22 Kasım 2010 Pazartesi

Elam, Kas ve Türk Kültürü Arasındaki Paralellikler ve Türk Kültürünün Eskiliği

Elam, Kas ve Türk Kültürü Arasındaki Paralellikler ve Türk Kültürünün Eskiliği (1)
Giriş
Bilindiği üzere Türklüğün en eski izleri Ön Asya'da görülmüştür. Sümerce'deki Türkçe kelimeler Türkçe'nin Orta Asya'da ortaya çıkışından yüzyıllarca öncesine dayanmaktadır (1). Ondan başka Elamca, Kutça ve Kasca'daki Türkçe sözler de bölgedeki Türk varlığını göstermektedir.
İran'ın coğrafi durumuna baktığımızda güneydeki sarp ve yüksek sıradağlarından dolayı batı bölgelerinden Pakistan ve Hindistan'a geçişin çok zor olduğu görülür, oysa Orta Asya'ya rahatlıkla seyahat edilir ve bir takım bilim adamının görüşüne göre Proto Türkler veya Pre-Türkler Orta Asya'dan Hazar'ın güneyinden geçerek İran'ın batısına gelmişler ve orada yerleşmişler (2). Bilim adamlarının bir diğer kesimi ise Proto Türklerin Hazar Denizi'nin kuzeyi ve Kafkaslardan İran'ın batısı ve Mezopotamya'ya geldiğini savunmaktadırlar (3). Geliş yolları ne olursa olsun Türklerin Ataları İran'ın batısında ve Mezopotamya'da var olmuşlar, dünya medeniyetinin temelinin atılmasında ve bölge kültüründe kendilerinden önemli izler bırakarak tarihe geçmişlerdir. Bu çalışmanın amacı eskiçağ dünyasında önemli yere sahip Elam ve Kas kültürlerinde Türklüğün izlerinin ortaya çıkarılmasına yöneliktir.
Anahtar Kelimeler: Elam, kut, böri, ata, gök

Affiliation Between Elamite, Kassite and Turkish Culture and Oldness of Turkish Culture (1)
Abstract

The most ancient Turkish cultural traces have been found in ancient Near East. Turkish words in Sumerian language are very older than any other Central Asian languages of Turks that have appeared at scene of history. In addition, Turkish words and cultural elements found in Elamite, Gutian and Kassites are obvious evidence of Turks in those peoples and regions.
Casting an eye over geography of Iran, high mountains chain lied in south of Iran prevent passing through Iran to Pakistan and India, whereas passing from Central Asia to Iran is much easier. Aaccording to some orientalist, Proto-Turk or Pre-Turk tribes had passed from south or north of Caspean sea, arrived in Iran and Mesopotamia and settled there. Ancestor of Turks are present in west of Iran and Mesopotamia, have had a important role on  foundation of  region and world civilization. They had significant impact on the cultures.. The purpose of this article is to emphasize of Proto-Turks culture at ancient history of  and culture of Elam.
Keywords: Elam, kut, böri, ata, gök

Elam Kültürü
Bilindiği üzere Elamlılar, eskiçağ Mezopotamya kültürleri sayılan Sümer, Akad, Babil ve Asur kültürleri ile paralel yaşamış ve bu kültürlerin hepsinden daha uzun ömürlü olarak yüksek düzeyde bir kültür yaratmışlardı. Bu kültür bugünkü İran'ın batı ve güney batısında yaratılmış ve kısa bir süre sonra etkileri doğuda Hindistan, batıda Sümer, kuzeyde İran'ın ortaları ve güneyde ise Basra Körfezi'nin ortalarına kadar ulaşmıştı (4). (Günaltay, 1987: 142-3) Mısır'da bulunan bazı sanat eserlerindeki bir takım motiflerin Elam ürünü olduğu ileri sürülmüştür (5).
Elam kültürünün ilk evrelerini Milat'tan önce 5. binyılın sonlarından izlemek mümkündür. Bu dönemde Susa başta olmak üzere Cevi, Caferabad, Bandbal, Çoğa Miş ve bir takım höyüklerde birlik arzeden bir takım kültürel özelliklere rastlanmıştır ki bunlar arasında Elam'a özgü açık sarı kermaikler başta gelmektedir (6). Sonraki evrelerinde Susa 1 ve Hisar  döneminde (M. Ö. 3700-3300) bütün bölgeye göre çok yüksek düzeyde olan desenli ve renkli keramiklere rastlanmaktadır. Bu keramiklerin üzerindeki desenler ve motifler Elam tarihi boyunca İran'ın çok değişik yerlerinde görülmüştür. En önemli motif ise yılan resmi ve Elamlıların bu hayvana olan olağanüstü sitayişkarane inançları idi (7). Ayrıca Elam M.Ö. 3. binyılda eskiçağ dünyasında örneği olmayan onlu rakam sistemine sahip idi (8) ve bu kültürünü bütün eski İran'a yaymış durumdaydı.
Maden işlemede dalında da Elamlılar yüksek bir seviyeye ulaşmışlardır. Altın ve tunç kaplar ve eşyalar ve bunlar üstünde işlenmiş çok ince kabartmalar bu insanların bu konudaki ustalığıını göstermektedir (9). Özellikle M. Ö. 12. Yüzyılda yapılmış Elam kralı Untaş-Napirişa'nın eşi Napir-asu'nun gerçek boyutlarla dökülmüş tunç heykeli ve üstündeki uzun elbisesi Elam sanatçılarının bu konudaki maharetini göstermektedir.
Elam bölgesi Mezopotamya, Mısır ve Hint gibi büyük ırmaklara sahip olduğu için zirai tekniklerin ortaya çıkarılıp üst düzeyde uygulandığı bir coğrafya idi. Karun, İdide (bugünkü Dez) ve Uknu (bugünkü Kerha) gibi büyük ırmakların varlığı bölgeyi tarıma çok elverişli bir duruma getirmişti ve büyük sulama kanalları ve yüksek ziraî teknikler bol miktarda ürün yetiştirmeyi sağlamaktaydı. Fazlasıyla elde edilen artı ürün ise diğer alanların gelişmesini de beraberinde getirmekteydi (10).
Elam kültürü, büyük ve gelişmiş kültürlerin komşusu olmasına rağmen uzun süreli ömrü boyunca kendini korumayı başarmış ve az görülen bir muhafazakarlıkla bir çok kültürel öğesini ömrünün sonu olan M. Ö. 640 yılına kadar sürdürmüştür. Ondan sonra ise tıpkı Sümerce ve Sümer kültürünün Akad ve Babil kültüründeki yeri, Latince ve Latin kültürünün  ise Avrupa dillerinde ve kültürlerindeki yeri ve önemi gibi (11) Elam dili ve kültürü de çeşitli İran kültürlerinde uzun süre kullanılmış ve bir takım öğeleri günümüze kadar gelebilmiştir.
Elam devleti M. Ö. 2800'lerde kendini göstermektedir. Bu dönem Mezopotamya çivi yazılı kaynaklarında Kiş ve Hamasi gibi Elam site devletlerinin adı geçmekte ve Sümerlerle olan savaşları hakkında bilgi verilmektedir (12). İlk başlarda bu devletler daha çok bölgesel vasıf taşımaktaydı. Güçlü bir liderin otoritesi altına girdikleri zaman büyük bir devletin ortaya çıktığı görülürdü (13). Bu merkezileştirilmiş devlet Elam tarihi boyunca farklı yerlerde kurulmuştur ve ömrü boyunca 3. Ur sülalesi (Sümer) ve 570 yıl hüküm süren Babil'deki Kaslar sülalesinin ortadan kaldırılması gibi önemli işlere imzasını atmıştır (14). En parlak dönemini ise M. Ö. 12-11 yüzyıllarda yaşamış ve Şilhak-İnşuşinak gibi ferasetli ve dirayetli kralın sayesinde en geniş topraklara sahip olmuştur (15). M. Ö. 640 yılında ise Asurlular tarafında ortadan kaldırılmış ve siyasal varlığına son verilmiştir (16).
Elam dili Türkçe'nin de dahil olduğu bitişken (Agglutinative) diller ailesine mensuptur  ve dil yapısı Hint-Avrupa dilleri gibi bükümlü değil Türkçe gibi eklemelidir (17). Aynı şey Sümer, Kas, Gut ve sair bölge dilleri konusunda da geçerlidir. Bir takım bilim adamının ileri sürdüğü gibi Kas, Gut ve Lulubi dilleri Elam diliyle akrabadır (18). Bu ise dünyanın ilk yüksek seviyeli medeniyet yaratan halkın Asyalı ve bitişken dilli olduğunu göstermektedir. Bilindiği üzere bir zamanlar Avrupa'da medeniyetin sadece bükümlü dilli insanlar tarafından yaratılabileceği görüşü ortaya atılmıştır; (19) ancak Mezopotamya ve Çin medeniyetlerinin bulunmasıyla bu hipotez kendiliğinden çürümüş oldu.

Elam-Türk Akrabalığı
Elam Kültürü ile Türk Kültürü arasında bir takım ortak ögelerin ve Elam dilinde bir takım Türkçe sözcüklerin varlığı saptanmıştır. Bu konuda ilk adımı Andreas David Mordtman atmıştır. O, 1870 yılında yayınladığı "Über die Keilinschriften Zweiter Gattung" adlı makalesinde bir takım Elamca kelimelerin Türkçe'de de var olduğunu göstermiştir (20). Türkiye'de ise Hamit Zübeyir Koşay 1938'de "Elam-Türk Dilakrabalığı" adlı makalesiyle Elamca ve Türkçe'de ortak olan gramer ve kelimelerden söz etmiştir (21). İran'da ise Muhammet Taki Zehtabi "İran Türklerinin Eski Tarihi" adlı eserinde Elamca-Türkçe ortak sözcüklerden kısa bir liste sunmuştur (22). Bu kelimelerin arkasındaki önemli kültürel olgular hem Türk hem Elam kültüründe yer almaktadır; ancak bu unsurların Elam versiyonu, oluştuğu zamanlara bakıldığında Orta Asya Türk kültürüne göre daha eski ve bu olguların ilk versiyonu olarak görülmektedir. Bu olgulardan en önemlilerini aşağıda açıklamaya çalışacağız:

1. Kut İnancı
Bilindiği üzere kut kavramı Eski Türk hakimiyet anlayışının temel taşlarından birisidir. Bazı bilim adamları bu kelimenin hakimiyet ve siyasi iktidar anlamına geldiğini ileri sürmektedirler (23). Bu kavramın “devlet, saadet, baht, ikbal, ruh” anlamlarına geldiği de belirtilmektedir (24). İslam öncesi Türk kültüründe kut, uluş (kısmet) ve küç (güç) ile birlikte töre denetimi altında Türk hakimiyet düşüncesi oluşturulurdu (25). Türk tanhusu veya kağanı Tanrı'nın verdiği kut ile onun uluşu olan Türk ilini küç ile idare etmekteydi ve bu doğrultuda törenin direktifleri ona yol göstermekteydi. Dolayısıyla Türk hakimiyet telakkisi karizmatik bir vasıf taşımaktaydı. Ancak töre direktifleri kanunî bir sistemin var olduğunu da göstermekte idi (26). Bilgelik ve könilik (adalet) ise hakanda var olması gereken önemli özellikler idiler. Karizmayı yani kut’u Tanrı'dan alan kağan, ilahi nizam olan töreyi korumakla yükümlü idi ve bu işte kusur ettiği zaman kut’u geri alınarak töreye muhalefet suçundan öldürülürdü (27).
Bu düşünce biçimi Asya Hun İmparatoru Motun (Bagatur, Mete) zamanında görülmüş ve İslamiyet'ten sonra da devam ettirilmiştir. Saadet ve Baht anlamlarını da ihtiva eden bu kavram Asya Hunları, Tabgaçlar, Avrupa Hunları, Bulgarlar, Gök Türkler, Uygurlar, Karahanlılar vb. Türk devletlerinde görülmüş ve günümüze kadar gelmiştir.
 Elam kültüründe de bu telakki aynı kelime ile adlandırılmıştır. Mahiyet itibariyle Orta Asya Türk kültüründeki kut anlayışına çok yakın olan bu düşünce biçimi M. Ö. 2300'lerde Elam kültüründe görülmüş ve Elam siyasal varlığının sonu olan M. Ö. 640 yılına kadar varlığını sürdürmüştür.  Elamlılarda da siyasal iktidar anlamında olan bu kelime (28) saadet ve baht anlamlarını da vermekte idi (29).  Bir çok Elam özel adlarında bu kelimenin kullanıldığı görülmektedir. Bu anlayış Elamlılardan Akadlara (30) ve her iki kültürden Akamenitlere geçmiştir (31). Bazı bilim adamlarına göre bu anlayış Elamlılarda "kiten" biçiminde ifade edilirdi (32). Ama özel isimlerin büyük çoğunluğunda bu şekli değil gerçek biçimi olan kut şeklini görmekteyiz; Kutir, Kutik, Kutran, Kuduzuluş vb. Bu ise bize her iki kültürde bu düşüncenin şekil ve mahiyet itibariyle aynı olduğunu ve aynı kökten neşet aldığını göstermektedir. Kas halkının Tanrılarından birinin adı olan ve Bugün bile İran’ın ortasında bir şehir adı olarak günümüze kadar gelebilen Gidar’ın da Elamca Kutir sözcüğünden alındığı öne sürülmektedir (33).

2. Böri
Bilindiği üzere eski Türkler bugün kurt dediğimiz yırtıcı hayvana böri derlerdi. Türklerde böri ve böriden töreme efsanelerinin çok önemli olduğu, özellikle Gök Türklerde ana böri, Kao-çı ve Uygurlarda ise ata böri menşe efsanelerine rastlanmaktadır (34). Böri veya kurtun semavi mahiyeti taşıdığı, ondan dolayı bir takım Türk boylarında gök böri, gök yeleli böri, gök cal böri gibi terimlerin bulunduğu bilinmektedir (35). Çin kaynaklarından böri sözcüğü ve böri ile ilgili konuların Hunlarda da mevcut olduğunu öğrenmekteyiz (36). Bu da Türklerde böri ile ilgili konuların derin geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Ancak böri kelimesi ve böri ile ilgili konuların daha eskilere dayandığına dair bazı işaretler mevcuttur. M. Ö. 11. yüzyılda Elam, Şilhak-İnşuşinak döneminde geniş topraklar elde etmiş ve en parlak devrini yaşamıştır. Yazdırdığı tabletlerde fethettiği toprakların adını sayan bu kral Kaslar bölgesinde böri ile ilgili iki yer adını çekmektedir. Bunların birisi “Bit Bari” (kurtlar evi), diğeri ise “Şa bar bari” (kurttan) (37). Onun ev olarak çevirdiği Akadca “bit” kelimesi eski dönemde soy anlamı da vermekte idi. Kaslarda ve Elam’da bari veya böri sözcüğü çok daha önceler kullanılmaktaydı. Bu da bölgedeki kültürün Türklükle bağlantısını gösteren önemli delillerden birisidir. Ayrıca Kas kral adlarında  böri kelimesinin geçtiği ileri sürülmektedir. Kas kralları Ulam-Buriaş ve Burna-Buriaş adlarında geçen buriaş kelimesindeki buri hissesinin böri olduğu ileri sürülmektedir (38). Sonundaki –aş veya –ş hissesi ise bölge adlarında geniş görülen bir ektir.

3. Ata
M. Ö. 1800'lerde Elam krallarının, baba anlamında olan ve Türkçe'deki ata kelimesiyle aynı anlama gelip ata, ada ve atta biçimleriyle yazılan bir lakabın kendilerini verildiği görülmüştür (39). Bu ise o dönem Elam krallarının halk ile olan münasebetlerine işaret etmektedir. Elamlıların ölen krallarını saygıyla anmaları, büyük saymaları ve kutları olduklarına inanmaları onlarda da ata kültünün önemli olduğunu göstermekte ve benzer anlayışın var olduğuna işaret etmektedir.

4. Amma
Elam dilinde anne, ana anlamında olan bu kelime (40) bütün Türk lehçelerinde aynı manayı taşıyan eski bir Türkçe kelimedir.

5. Gök
Elamca'da Kik (41), Kukki (42) ve kak (43) biçimlerinde yazıldığı ileri sürülen bu kelime Türk kültürünün en önemli öğelerinden birisidir. Elam dilinde sema anlamını ifade eden bu kelime ile Türkçe'deki Gök kelimesi arasında tam bir birlik görülmektedir. Ancak bazı bilim adamlarının ileri sürdüğüne göre bu kelime ilk başlarda sadece göğün rengini ifade etmek için kullanılırdı ve Türkler semanın yüzeyini Tanrı bildikleri için tengri sözcüğünü Tanrı manasında ve gök kelimesini ise bu tanrının rengini belirtmek için kullanmışlardı (44). Ancak daha sonra Tanrı soyut bir hal aldıktan ve görünmez bir varlık addedildikten sonra semaya gök denilmeye, yani bir şeyin rengine verilen ad kendisine denilmeye başlandığı ileri sürülmektedir.

6. Ukkuru
Elam dilinde yukarı anlamına gelen bu kelimenin (45) günümüz çeşitli Türk lehçelerinde ise yüce, uca, yukarı vb. versiyonları mevcuttur (46).

7. Şara
Elamca'da “aşağı” veya “altında” anlamını veren bu sözcük (47) Gök Türkçe'de asra, günümüz değişik Türk lehçelerinde ise aşağı, asri, asra, aşağa gibi versiyonları bulunmaktadır (48). Hunlar döneminde Çin'in doğusundaki bir ırmağın adı Şara Müren idi (49).

8. -re, -ra
Bu ek eski Türkçe'de cihet ve yön mefhumunu ifade etmekteydi (50). Gök Türk kitabelerinde yazılan Yırgaru (geri, batı), Birgerü (beri, güney), ilgerü (ileri,doğu) ve kurıgaru (yukarı, kuzey)  kelimeleri bu ek ile yaratılmıştır (51). Elamca'da ise bu ek aynı anlamda ukku-ru ve şara-ri kelimelerinde kullanılmıştır (52).

9. Hutta
Elamca'da "etti" anlamında bir fiil olan bu sözcüğünü değişik yönlerden incelemek gerekir:
a) Elamca'da "Hut-" fiili Türkçe'deki "et-" fiiliyle aynıdır (53). Burada Türk lehçelerinde olağan bir ses hadisesi olan baştaki "h" sesinin düşmesiyle karşı karşıyayız. Bilindiği üzere İran'daki Halaç Türkleri Türkçe'sinde kelimenin başındaki bu "h" sesi hala varlığını korumaktadır (54).
b) Elamca'da geçmiş zaman fiili Türkçe'de de olduğu gibi "–ti, -ta" kipiyle yapılmaktadır (55).

10. Tiri veya Tir
Elamca'da bu sözcük demek ve söylemek anlamında kullanılmaktaydı (56). Bilindiği üzere Türkçe'de de "de-" fiil kökü aynı anlamı ifade etmektedir.

11. İni veya İngi
Elamca'da bu kelime kardeş anlamında kullanılmıştır (57). "ng" diftongu kimi yerlerde "iki", kimi yerlerde ise "ini" tellafuz edilmiştir. Bazı özel adlarda "İngi" biçimine de rastlanmaktadır.  Gök Türk kitabelerinde küçük kardeş anlamına gelen ini sözcüğü bu kelime ile aynı manayı taşımaktadır (58). Bu kelime Gut'ların özel adlarında da görülmektedir (59).

12. Şak
Elam dilinde bu sözcük oğlan ve çocuk anlamına gelmektedir. Türk dilinde bu kelimeyi hem çaga hem de uşak kelimeleriyle kıyaslamak mümkündür. Bilindiği üzere Gök Türkçe'de kelimelerin başındaki ünlü harf çoğu zaman düşmüştür. Mesela "asra" yerine "sra" veya "eşid" yerine "şid" yazılmıştır (60). Bu kuralı göz önüne aldığımızda Elamca "şak" kelimesinin Türkçe'deki "uşak" demek olduğunu ileri sürmek mümkündür. Ayrıca erkek ve oğlan manasını veren çaka veya çaga kelimesi de bu kelime ile hem şekil ve hem de anlam açısından çok yakın bir benzerlik göstermektedir (61).

13. Kutu
Attan küçük bir hayvan olduğu belirtilen bu kelimeyi Türk dilindeki Katır kelimesiyle kıyaslamak mümkündür (62).

Bu ortak kelimelerin sayısını elli ve daha fazlaya çıkarmak mümkündür. Moğolcadan Türkçe’ye geçmiş Balbal (63), öt- (geçmek), tın, var- (varmak), getir- (64) vb. bir çok kelime bu cümledendir. Daha ciddi araştırmalar ve zor bir dil olarak bilinen Elam dilinin daha da derinlemesine araştırılması bu sayıyı daha da çoğaltacaktır.
Elam, Kas ve Türk Kültürü Arasındaki Paralellikler ve Türk Kültürünün Eskiliği (2)
Buraya alınan ortak kelimeler çok az bir değişikliğe uğrayan ve her iki dilde aşağı yukarı biçim ve anlam itibariyle aynı olan kelimelerdir. Bu kelimelerin saptanması kolaydır. Ancak seslerin değişmesiyle bir takım kelimeler biçim benzerliğini kaybederler ve bunların aynı anlama gelen aynı kelimeler olduğunu tespit etmek gerekir. Dilcilikte ise önemli olan bu ses değişimi kuralını ortaya çıkarmaktır. Bu dil kaideleri ortaya çıkarıldıktan sonra karşılaştırılan iki dilin yakınlığından ve akrabalığından söz etmek mümkündür. Aksi halde ortak kelimelerin etkileşim yoluyla birbirinden alındığı ve bu iki dilin akrabalık bağının bulunmadığı da sözkonusu olabilir. Elam dili ve Türkçe ile olan akrabalığı konusunda şu ana kadar bir ses değişimi kuralını ortaya çıkarmış bulunmaktayız. Bu da Elamca'da kelime başındaki "p" sesinin Türkçe'deki düşmesidir.[1]


1. Pinikir:

Bu kelime "pini" ve "kir" kelimelerinden oluşmuş bir kelimedir ve Elamlıların ana tanrıçasıdır. Anlamı ise yine ana tanrıçadır. Pini kelimesi ini, ana demektir. Kir ise rotasizm (r-z) ses değişimine göre Türkçe'deki kız kelimesidir. Mesela Çuvaşça’da kız kelimesine kır, khır denmektedir.[2] Bilindiği üzere Ön Türkçe'den Proto Çuvaş ve Ana Türkçe kolları vücuda gelmiştir. Proto Çuvaş dilinde "r" sesi Ana Türkçe'de "z" sesiyle karşılanır.[3] Moğolca ile Türkçe arasında da aynı kuralın mevcut olduğu görülmektedir. Moğolca’da bir takım kelimelerdeki “r” harfı Türkçe’de “z” harfıyla karşılanmıştır.[4] Bu ses değişimi Sümerce-Türkçe arasında da görülmektedir.[5] Burada "pini" kelimesinin Türkçe'deki ini, ine, ana kelimesine denk olması ve "p" harfının düşmesiyle Türkçe’deki şekliyle aynı olduğu kolayca görülmektedir. Pinikir adı bugün bile Azerbaycan'da kullanılan "Nenekız" adıyla yakın bir benzerlik göstermektedir. Tatar ve Başkurt Türkçelerinde Ana sözü ene, ine şekillerinde ifade edilmektedir.[6] Yenisey ırmağının asıl biçimi ise Enesey'dir.[7]

2. Pel:

Elamca'da yıl anlamı veren bu sözcük[8] Türkçe'nin yıl, il kelimesinin eski versiyonudur. Başındaki "p" harfının düşmesiyle aradaki aynilik ortaya çıkmaktadır.

3. Pir:

Bu kelime Elam dilinde ise okumak, şarkı söylemek demektir.[9] Türkçe'de yırlamak, ırlamak ve bazı Türk lehçelerinde şır-, çır-[10] formları da aynı kelimenin değişik şekilleridir.

4. Par

Elam dilinde bu sözcük ermek erişmek, varmak anlamına gelmektedir.[11] Başındaki “p” harfı düşerse Türkçe’de ermek, erişmek kelimeleri ile biçim ve anlam açısından yakın bir benzerlik arzetmektedir.



Bunların dışında ayrıca bir takım ortak gramer özelliğinden de bahsetmek mümkündür:

1. Yukarıda da zikredildiği gibi geçmiş zaman Türkçe'de "–ti", Elamca'da ise "–ta" ekiyle yapılır.[12]

2. Genetif hali eki her iki dilde benzer eklerle yapılmaktadır. Bu ek Elamca'da "–na" ve Türkçe'de "–in" ekidir.

3. Yönelik hali Elamca'da "-ki, -ka" , Türkçe'de ise "-ka, -ke" ekiyle ifade edilmektedir.

4. Tıpkı Türk dilinde olduğu gibi yalın hal Elamca'da da hiçbir ek almadan yapılmakta idi.[13]

5. Elam dilinde İsim fiilimsi yapan "–an" veya "-n" eki "talun" (yazan), hali-n (emek vermek) örneklerinde görüldüğü gibi[14] Türkçe'deki "–an, -en" ekinin aynısıdır.



Bunların dışında bir takım başka kültürel benzerlikler üzerinde de durabiliriz. Elamlılara ait bir takım hesap tabletlerinde hayvanlarının sayıları tutulmuştur. Bu tabletlerde göze çarpan özellik atın çok sayıda olmasıdır. Elamlıların tıpkı Türkler gibi çok sayıda at sürüleri vardı ve en önemli hayvanlarının at olduğu görülmektedir.[15] Arkeolojik kazılarda bulunan ve M. Ö. 2500 civarlarına tarihlenen sedeften yapılmış at heykeli Prejevalski atnın ilk örneği sayılmaktadır.[16] Bu at kısa ve kalın bacaklı ve iri yapılıdır. Prejevalski atı Moğol atı olarak ün kazanmış ve Türkler arasında geniş kullanılan at olmuştur. Pazırık kurganlarında Orta Asya’nın bu yerli at cinsine ait bol miktarda kemik bulunmuştur.[17] Sumer metinlerinde geçen “anşu-kur-re” terimi ise “doğu eşeği” demektir.[18] Sumerlerin doğusunda Elam topraklarının olduğu bilinmektedir. Ayrıca betimlenen tasvirlerdeki hayvanın daha çok atı andırdığı görülmektedir. Dolayısıyla Çinlilerin Hunlardan at aldıkları gibi, Sumerler de Elamlılardan at almaktaydılar.

Elamlılarda hükümet üçlü bir düzen ile idare edilmekteydi. 1. Hükümdar, 2. veliaht olarak kardeşi ve 3. başkent Susa’nın valisi olarak hükümdarın büyük oğlu. Hükümdar öldükten sonra yerine oğlu değil kardeşi geçerdi. Ölen hükümdarın büyük oğlu ise terfi ederek amcanın veliahtı olurdu. İkinci oğul ise Susa valiliğine atanırdı. Amca öldükten sonra yerine veliahtı olan yeğeni geçerdi ve küçük yeğen de ağabeyine veliaht olurdu. Bu halka ve devir Elamlıların hakimiyet sistemidir.[19] Elamlıların taht veraset kuralını ilk kez ortaya çıkaran Cameron bu düzene şaşırtmıştır. O, “bu sistem ile alt sıralarda bulunan bir prens hükümdarlık rütbesine kadar yükselebilir” demektedir.[20] Yani Osmanlıda olduğu gibi ekberiyet esası uygulanmaktaydı. Ancak kut’un bütün aile üyelerinde tecelli ettiğine göre bu ekber veliaht, hükümdarın kut sahibi olan kardeşi olabilirdi. Bu geleneğin Hunlarda[21], Gök Türklerde[22], Selçuklulrda[23] ve Osmanlılarda[24] uygulandığı tespit edilmiştir. Fakat taht çekişmeleri, erkek kardeş ve erkek evladın olmayışı veya erken ölüşleri bu sistemin her zaman düzgün işlememesine neden olmuştur.

Genellikle çoğu Batı bilim adamı bozkırların stilize edilmiş sanatı hayvan üslubu dediğimiz hayvanların ve efsanevi yaratıkların savaşları ve özellikle geyiklere saldırmaları motiflerini İranî kavimler olarak kabul ettikleri İskitlere mal etmektedirler. Oysa hayvan savaşlarının işlendiği Luristan[25] bronzları denilen madenî sanat eserlerinin Avrupa müzelerinde bulunuşundan ve deşifre edilişlerinden sonra bu sanat üslubunun doğuş yerinin bozkırlar değil Kas toprakları olduğu ortaya çıktı. Bu eserler arasında çok ince bir biçimde hayvan savaşları motifleri işlenmiştir. Bu eserlerin M. Ö. 1200-1000 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir.[26] Bu üslubun burada ortaya çıkıp geliştiği, daha sonra Hazar ve Karadeniz’in kuzey bozkırlarında yaşayan halklar tarafından benimsenerek bazı bölgesel özellikler katıldığı ve stilize edildiği düşünülmektedir.

Elamlılardan musiki alanında bir takım eserler ve tabletler bulunmuştur. M. Ö. 2. binyılın ilk yarısına tarihlenmiş bu tabletlerin birinde sazı göğsüne basarak çalan çalgıcılar görülmektedir. Bu tip saz çalma bölgemizde Azerbaycanlılar arasında bugün bile yaşamaktadır. Azerbaycanlı çalgıcılar tarlarını göğüslerine basarak çalarlar.

Her iki kültürde kadın yüksek statüye sahiptir. Elam dünyası bu açıdan eski kültürler arasında eşsiz bir konuma sahiptir ve Elam dininin en önemli iki özelliğinden biri olarak görülmektedir.[27] Ziraat kültürüne mensup olduğu, ana tanrıça inancının iyice yerleştiği Elam kültüründe kadınların yüksek haklara sahip olduğu[28], kadın hükümdarın bulunduğu ve kükümdar eşlerinin Elam tarihinde yerlerini aldığı görülmektedir.[29] Hatta bazı Elam sülaleleri, meşruluklarını sülalenin kurucusunun annesi ve kızkardeşine mensubiyette aramışlardı.[30] Benzer durumu Türk kültürü için de söylemek mümkündür. Hunlarda “yinçü”[31] ve Gök Türklerde “hatun”un[32] varlığına dikkat çekilmektedir. Hatunların memleket işlerinde önemli yere sahip olduğu, hükümdar ve veliahtın başkentte olmadaığı zamanlarda ülkeyi idare ettikleri (Karahanlılardan bu yana terkenler) bilinmektedir.[33]



Sonuç

Mezopotamya, Elam ve batı İran kültürlerinin arkeologlar tarafından ortaya çıkarılmasıyla Meşhur Sümerolog Benno Landsberger bu ifadeleri kullanmıştır:

"Antik dünya gittikçe açılan bir vuzuhla önümüze seriliyor. Cihan tarihinin başı 2500 yıl kadar daha uzamıştır".[34]

Bu uzamış tarihin başında yer alan Mezopotamya ve batı İran kültürleri günümüze kadar ciddi araştırmalara tabi tutulmuşlardır. Bizim araştırmamız açısından önemli olan bunların Türklükle olan alakalarının araştırılması ve Türk kültürünün eskiliğinin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak bu konudaki çalışmaların hepsi dilcilik açısından değerlendirilmiş ve kelimelerin arkasındaki derin mefhumlar, düşünceler ve onların mahiyetine değinilmemiştir. Elam konusu Sümerlere göre daha da az araştırılmıştır. Bunun nedeni çiviyazıları uzmanlarına göre Elam dilinin çok zor okunabilmesi ve sanki deşifre edilmesinin karşısında dayanmasıdır.

Elam-Türk akrabalığı konusunda ilk adımları Andreas David Mordtman atmıştır. O, Susa çivi yazılı tabletlerde bir takım Türkçe kelimelerin varlığını saptamıştır.[35] Fritz Hommel ise Sümerce ile Türkçe arasında 70 ortak sözcüğün varlığını saptamıştır.[36] Sümerce ile Türkçe paralelliklerini tespit için adım atanlardan Mebrure Tosun[37], Olcas Süleymanov[38], Muazzez İlmiye Çığ[39], Altai Amanjolov[40] Polat Kaya[41], Begmyrat Gerey[42] ve bugüne kadar en önemli araştırmayı yapan Osman Nedim Tuna olmuştur. Tuna kitabının dışında bu konuda başka bir yazıda bu konuya değinmiştir.[43] Muazzez İlmiye Çığ dil karşılaştırması dışında Sümer-Türk efsanelerini de karşılaştırmıştır.[44] Benno Landsberger[45] ve Kemal Balkan[46] ise Gut (Kut) kavmi dili ile Türkçe arasında yakın bir benzerliğin olduğunu saptamışlardı. Bu iki bilim adamının araştırması özel isimler karşılaştırmasına dayanmaktadır. Yukarıda anılan Mordtman ve Hamit Zübeyr Koşay ise Elam dilindeki Türkçe kelimelerin saptanmasında büyük uğraşlar vermişler ve bir takım ortak kelimelerin her iki kültürde var olduğunu ortaya koymuşlardır.[47] Şüphesiz aynı şeyi dillerinden çok az yadigarlar bırakan Kaslar ve Lulubiler için de söylemek mümkündür. Çünkü bu kavimlerin dili bir takım bilim insanına göre Elam dilinin yakın akrabası idi.[48] Barton ise Elam medeniyetinin Türkmenisten’da olan ve M. Ö. 4. bin yılın başlarına tarihlenen Anav medeniyetinden neşet ettiğini ileri sürmektedir.[49]

Bu kadar paralellikten ve hatta aynilikten sonra bölgedeki eski Türk kültürünün bir takım temel unsurlarının varlığını görmemek mümkün değildir. İster bu halklar Türklerin eski ataları olsun, ister Türklerin eski atalarıyla komşu olup bu etkileri onlardan alsınlar veya versinler. Türk kültürü ve dili çok eski zamanlardan beri bölgede var olmuş ve varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. Bu konuda Elam kültürü değişik bir yere sahiptir. Sümerce'deki Türkçe kelimelerin direkt veya aracı bir kültür vesilesiyle alınıp verildiği ileri sürülse de[50] Elam kültüründeki daha yakın paralellikler ve bir takım özgün Türk kültür unsurunun varlığı diğer bölge kavimlerine göre daha yakın bir ilişkinin mevcudiyetini göstermektedir. Hatta bu konuda Elamlıları oluşturan bölge boylarının bir kısmının eski Türkler olabileceği de güçlü ihtimaller dahilindedir. Dolayısıyla bir takım bilim adamlarına göre Türk dili ve kültürü artık İç Asya'daki Hunlarla değil daha eski olan Ön Asya'daki Türk kültürüyle başlanmalıdır. Bazı bilim adamları eski çiviyazılı metinlerdeki Türkçe unsurlara dayanarak Türklerin ana yurdunun Orta Asya değil Ön Asya olduğunu ileri sürmüşlerdir.[51]

Değinilmesi gereken önemli bir nokta Elam dilinin evrelere ayırıp Türk dilinin değişik her hangi bir evresiyle karşılaştırılmamasıdır. Bu Elam ve Türk dillerinin evrelere ayrılmaması demek değildir. Elam dili proto Elamca, Eski Elamca, Orta Elamca ve Akamenit dönemi Elamcası olarak dört devreye ayrılmıştır; buradaki karşılaştırılan örnekler ise ilk üç devreden toplanan ve yukarıda da işaret edildiği gibi daha çok gözle görülen benzerliklerdir. Ancak her dönemin gramer özellikleri ve ses değişimleri göz önünde tutulup sistematik araştırmaların ve karşılaştırmaların yapılması daha fazla benzerlik ve hatta aynilikleri ortaya çıkaracaktır.
Hasan Gülmuhammet

17 Kasım 2010 Çarşamba

oğuz=guz gut ve kassitler kaf-kas

oğuz=guz gut ve kassitler kaf-kas

TÜRK TARİHİNİN BAŞLANGICI
PROF. DR. YECİHE HATİBOĞLU
Son araştırmalara göre, tarihimizin başlangıcı, Sümer tarihine ka-
dar gitmektedir. Sümercenin aslı konusu çok yazılmış, çok işlenmiştir.
Hemen her ulustan dilciler, Sümerce ile kendi dillerini karşılaştırmışlar,
çıkar yol aramışlar, bulamamışlardır. Temeldeki gerçekler, Türkçe dı-
şında, bütün dillere ters düşmüştür.
Sümer uygarlığında, bugünkü dünya uygarlığının başlangıcı, temeli
vardır: Din, Tanrı, rahip, tapmak, şiir, destan, öykü, atasözü, düşünce
düzeni; hükümdar, ulus, yönetim, kanun; okul, öğretmen, öğrenci;
madencilik; tarım, ticaret, matematik, astronomi; her türlü sanat: mü-
zik, resim, heykel ve mimari gibi.
İsa'dan önce 3300 (üç bin üç yüz) yıllarında başlayan, 3200 (üç bin
iki yüz) yıllarında da yazının bulunmasıyle perçinleşen böyle bir uygar-
lığa, hiç kuşkusuz, her ulus sahip çıkmak istemiştir.
Ne var ki, bütün zorlamalara karşın, Sümerce araştırılan, karşılaş-
tırılan pek çok dile ters düşmüştür, çünkü gerçek bir başka yöndediir.
Son incelemeler göstermiştir ki, Sümer uygarlığı, en eski bir uygar-
lık olmakla birlikte tek başına bir halka değildir. Bu uygarlık, sonradan,
yine Mezopotamya'da, aynı soydan gelen insanlarca, iki kez daha, iki
büyük halka halinde yüceltilmiş, ayakta tutulmuştur.
Güney Mezopotamya'daki Sümer uygarlık halkasını, daha yukarı-
larda, Kuzey Mezopotamya'ya doğru yayılarak, sürdüren, yaşatan,
Gud'lar, daha sonra da Kaş'lardır. Günümüzden, Türk tarihinin başlan-
gıcına doğru, gidilmesi gereken oldukça karanlık yolda, en önemli, en
ışıklı kilometre taşı, Kaş'lardan kalan çiviyazılı tabletlerdir.
Kıvançla belirtmek gerekir ki, Gud'ların, özellikle Kaş'ların dilleri-
nin Türkçe oluşunun açıklanmasıyle, Sümerce sorunu da, bütünüyle
aydınbğa kavuşmuştur. Son incelemelere göre, hiç kuşkusuz kesinlikle,
Sümerce, Türkçedir demek doğru olur.
Page 2
3 0
V E C İ H E
H A İ B O Ğ L U
Sümerce'nin Türkçe olduğunu ilk kez yirminci yüzyılın başlarında
Prof. Fritz Hommel açıklamıştı!.
Atatürk bu çok önemli açıklamayı eşsiz görüşüyle hemen benimse-
miş, bu konunun ve buna benzer başka konuların gerçekçi bilim yöntem-
leriyle incelenmesi için, 1936'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kur-
muş ve bu fakülteye batının ünlü Sümerologu Prof.B.Landsberger'i
öğretim üyesi olarak yerleştirmişti.
Prof.B.Landsberger, Atatürk'ün, özellikle Sümerce konusunda
önemle durduğunu yakından bildiği için, 1937'de toplanan Tarih Kurul-
tayı'na, Sümerce üzerinde olmasa da, î.ö. 2500 yıllarında Mezopotam-
ya'da hükümran olmuş Gut ya da Kut kavminin Türk asıllı olabileceği
hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklamıştı: "Bu Gutium yahut Kutiun
milletinin adının Akatça nisbet eki olan kısmını çizecek olursak Kut
kalır. Eğer çok mühim olan alâmetler bizi aldatmıyorsa, tarihimizde
Türklerle en yakın bir surette münasebettar olan, hatta belki de ayniyet
gösteren kabile budur" (bkz. 1937 yıb Tarih Kongresi Zabıtları, TTK
yayım, s.105).
Prof.B.Landsberger, Atatürk'ün hazır bulunduğu bu Kurultayda,
Gut(Kut) kavmi kral adlarının çok olduğunu, ancak yazıtların bir kıs-
mının kırıldığını, okunan beş kral adının açıklanabildiğim söylüyordu.
Bu önemli adlar şunlardı:
*
1. Yarlagan
2. Tirigan.
3. Şarlak, Çarlak
4. El-ulumuş
5. înim-bakaş.
Prof.B.Landsberger, aynı bildiride; "Kut'lar, 2500'den sonra,
Akad'm Samî krallarını düşürdüler ve 125 yıl Mezopotamya'ya hük-
mettiler" diyordu, (bkz. aynı Zabıtlar, s.106.)
Atatürk'ün huzurunda, 1937 yılı Tarih Kurultayı'nda açıklanan bu
çok önemli bildirinin konusu, ne yazık ki araya Atatürk'ün hastalığının
girmesi, olayların hızı dolayısiyle, gereken önemle ele alınamamış, bir
kenara itilmiş, tam kırk yıl unutulmuştur.
1 Fritz Hommel; Etnologıe und Geographie des Alten Orients, Münehen 1925-26 ve Zwei-
hundert Sümerotürkisehe Wörtverglcichungen als grundlage zu einem neuen Kapital der Sp-
rachvvissenchaft, Münehen 1915.
Page 3
T Ü R K T A R İ H İ N İ N
B A Ş L A N G I C I
3 1
Kırk yıl sonra, Oğuz sözcüğünün incelenmesi sırasında, Fars'ların,
Arapların eski çağlardan beri, düzenli bir biçimde, Oğuz'lara Guz deme-
lerine dikkat edilmiş ve bu olayın nedenleri araştırılmış, Oğuz adının
aslında Guz olabileceği düşünülmüş, geriye gide gide isa'dan önce 1700
(bin yedi yüz) yıllarında Mezopotamya'da beş yüz altmış (560) yıl hük-
metmiş olan Kaş'lara ulaşılmıştır. Bu çok önemli konu, 1978 yılı 11
Martında Cumhuriyet Gazetesinde ve 26 Eylülde de Milliyet Gazetesin-
de ayrıntılı yayınlanmış, Kaş'ların Guz'lar olduğu, Oğuz Türkleri sayıl-
maları gerektiği, Oğuz sözcüğünün Guz biçiminden geldiği tarafımdan
açıklanmıştı.
Kas dilinin çözülmesiyle, birçok tarihçi ve dilcinin sıraladığı soru-
ları yanıtlamak kolaylaşmış, ayrıca Kaş'lardan, Gud'lardan da eskiye
gidilerek yıllardan beri ortada çözüm bekleyen Sümerce sorunu da aydın-
lığa kavuşmuştur.
Son duruma göre, birçok dilci ve tarihçinin yöneltebileceği çok
önemli soruları şöyle yamtlayabiliriz:
Türk tarihi, î.ö. üç bin beş yüz (3500) yıllarında yaşamış olan Sü-
merlerin tarihiyle başlatılmalıdır.
Kuzey Asya'da, Subar'lar (Sabirler, Subir'ler) adı2 altında yaşayan
Türk boyları, dondurucu soğuk, buz ve geçim zorluklarıyle, Sibirya'dan
çeşitli yollarla, özellikle Hazer Gölü yörelerinden, Kuzey iran'dan sı-
cak ülkelere, Güney Mezopotamya'ya göç etmişler, burada adları da
Türkçe olan "Ur ve Uruk" kentlerini kurmuşlardır. Dil ve lehçe özellik-
leri dikkate alınınca, Sümer'lerin bugünkü en yakın temsilcileri Kuzey
Asya'da yaşayan Suvar, Yakut, Karagas, Çuvaş Türkleridir.
Hiç kuşkusuz bu diller, uzun yüzyıllar boyunca, başka Türk leh-
çelerinin, başka dillerin yeni yeni aşılamalarıyle eski Sümer dilinden ol-
dukça uzaktadırlar. Ne var ki, Türk dili ve lehçeleri, sözcüklerinin aslı-
nı, dil kurallarım, inanılmayacak biçimde koruyarak yüzyılları aşmıştır.
Bu bakımdan "Türk dili koruyucudur" denir. Gerçekten de Kas sözcük-
lerindeki Türkçe, çok uzaklardan, yirmi yedi yüzyıl önceden, pırdtılı
kök ve ekleriyle günümüze kadar ışık vermekte, bugünkü Türkçeyi
de aydınlatmaktadır.
Kasçamn ve Sümercenin Türkçe olduğu hakkındaki kanıtları sıra-
lamadan önce, bu iki ünlü dilin arasındaki zaman bölümünde, aynı alan-
2 Kaşgarh Mahmud, Divan'ında, bu sözcüğü "Suvar" olarak göstermektedir.
Page 4
3 2
V E C İ H E
H A İ B O Ğ L U
lardaki, aynı yapıdaki Gud dilini açıklamak gerekmektedir. Bilinenden
bilinmeyene doğru bir yöntem izlemekle sonuca daha sağlam gidilecektir.
Prof. Lansdberger'in 1937'deki Kurultayda Atatürk'ün huzurunda
açıkladığı Gutlar (Kut'lar) daha doğrusu Gud'lar, yine aynı etkenlerle
Kuzey Asya'dan göçmüş olan, ancak Subarlardan başka bir adla anılan
başka bir Türk boyu, Guz'lardır. Bunlar çok yakın soydaşları olan Sü-
mer tabanına kolaylıkla yerleşmişler, yoğun Samî toplulukları içinde ve
üstünde, ancak 125 yıl hükümran olabilmişlerdir. î.ö. 2285 yılında ya
da Prof.M.Landsberger'in belirttiği gibi 2500 yıllarında Mezepotamya'ya
hükümran olan bu kavmin Gut ya da Kut biçimlerinde kullanılan adı-
nın, kendilerinden 500-700 (beş yüz-yedi yüz) yıl sonra, yörede yaşayan
Guz ya da Kas kavmiyle bağlantısı, birliği kolaylıkla açıklanabilir.
Ancak Prof.Landsberger Gud kavmi ile uygarlık alanında çok par-
lak amtlar bırakmış olan Kas kavmi arasında bir bağlantı kurmaktan
çok uzaktır ve aynı Kurultayda şöyle demektedir: "Demek ki ben Elam-
lardan, Subarlardan, Sulubarlardan, Kaslardan bahsedecek değilim"
(bkz. aynı Kurultay bildirisi, s. 104). Halbuki bugünkü koşullarda, yeni
yeni incelemelerle Prof.Landsberger'in o gün için bir yana ittiği Elamb'-
larin, Subar'ların, Kaş'ların, Sümer'lerin Türk olduğu bilim alanında
saptanabilmekte, gerçekler tümüyle ortaya çıkmaktadır.
Nitekim Gud(Kut) adı ile Guz(Kas) adı arasındaki büyük benzer-
lik, yakınlık, birlik ortadadır. Sözcük yapıları da aynıdır. Aynı yörede
yaşayan bu iki kavmin adım Akad kaynakları aktardığına göre, Akadca
ile bu iki kavmin dilleri arasında "ses karşılanması = substition phone-
tique" sorunu vardır. Bu bir yaygın dil olayıdır. Türkçede "hizmet, fa-
zıl" biçiminde kullanılan Arapça sözcükler, Arapçada "hıdmet, fadıl"
biçimlerinde kullanılır. Uluslar, yabancı dillerdeki sesleri kendi dillerine
göre değiştirirler. Ayrıca, Türkçede "z"ye dönen bir "d" sorunu da var-
dır. Türkiye Türkçesindeki "ayak" bazı lehçelerde "adak", bazılarında
da "azak"tır.
Bütün kaynaklar, Gud dili ile Guz(Kas) dili arasındaki yapı ben-
zerliğinde birleşiyorlar. Her iki dil de Samî dil yapısında değildir ve her
iki dil de bitişken (agglutinante) diller özelliğindedir. Kaldı ki köken
bakımından aynı olan bu iki sözeük, eski ve yeni biçimiyle birlikte yaşa-
yabilmiştir. Bu iki topluluk arasındaki boşluk ve oldukça büyük zaman
farkına karşın Samîlere yabancı olarak aynı yörelerde, aynı özelliklerle
Page 5
T Ü R K T A R İ H İ N İ N
B A Ş L A N G I C I
3 3
yaşamlarını aralıksız sürdürmüşler, ancak, tarilı kaynaklarında açık
görünen bu sürenin belgeleri bulunamamıştır.
Görülüyor ki, Prof.Lendsberger'in bildirisinde söz ettiği Gud'lar
kavmi Mezopotamya'da tek başına hükümran olmuş, tek bir halka
değildir. Gud'lar bu yörelerde yaşamlarını aralıksız sürdürmekteydi;
kendilerinden yaklaşık beş yüzyıl sonra gelen Guz'larla (Kaş'larla) ya-
kından ilgiliydiler, kısaca aynı kavimdiler demek doğru olur.
Türkler bugün olduğu gibi, eski çağlarda da ayrı ayrı boy adlanyle
tanınıyorlardı. Bugünkü, Kırgızlar, Özbekler, Yakutlar, Çuvaşlar gibi,
eski çağlarda da Subarlar (Subariler, Subirler), Gud'lar ya da Guz'lar
(Kaş'lar) vardı. Kısaca t.ö.3500 yıllarında yaşamış olan Sümer'ler de,
İ.Ö.2500 yıllarında hükümran olan Gud'lar (Kut'lar) ve yine 1.Ö.1700
yıllarında hâkimiyet kuran Kaş'lar (Guz'lar) arasındaki zaman farkı hü-
kümranlık zamanlarının farkıdır. Yoksa Türkler bu yörelerde aralıksız,
uzun yüzyıllar yaşamışlardır, t.ö. Sürye'deki Kaş'lardan tarihçi Strabon
Kos adiyle söz ettiği gibi Hazreti Muhammed zamanında da Türklerin
bu yörelerdeki varlığından ve güçlerinden hadislerde de önemli kayıtlar
vardır3. Kaldı ki, Hazret-i Muhammed'den önce, Mekke'nin anahtarı-
nın muhafızı olan Huza'a kabilesinin Türk asıllı olduğu Emir Kuzay
gibi adlardan esinlenerek söylenebilir (bkz. islam Ansiklopedisi Huza'a).
Türkler, Mezopotamya'da, Sümer ülkesinden başlayarak, yüzydlar
boyunca yaşamışlar, fırsat buldukça Samî kavimlere hükmetmişler, önce,
Sümer Gudea krallığını, sonra Gud(Kut) krallığını, daha sonra da Guz
(Kas) krallığını kurmuşlardır. Son iki krallığın hakimiyeti toplam yedi
yüzyıl sürmüştür. Böylece, Türkler, bu alanlarda, Mezopotamya'da,
Sürye'de, Sürye Selçuklu devletini kuracak kadar yeni yeni akınlarla
varlıklarını sürdürmüş samilere uyum göstererek yan yana yaşamış-
lardır.
Bu durumun en iyi kanıtı, Batı iran'da, Mezopotamya'da, Sürye'de
arabksız varlıklarını sürdüren yine Kaş'lardır.
3 Huzistan (Huz=Kuz=Guz) ve Kirman yörelerinde oturan Türkler, Araplara "Top-
raklarımızdan çıkın" diye haber gönderiyorlardı (bkz.Türkiyat Mecmuası, 1969, cilt: XV, s.22).
Yine hadislerde "Oğuz Türklerinin=Guz Türklerinin, saltanatlının uzun süreceğinin belirtilme-
si, bir keramet olmakla birlikte, köklü Türk-Samî ilişkilerine, eski Guz'lara dayanır. Ayrıca,
Islamiyetin yayılışında adlan geçen Huza'a, Kuza'a kabilelerinin Huz'larla, Kaş'larla ilgisi ola-
bilir. Huza'a'lann Arap ordularında savaşçı olarak bulunmaları, gittikleri ülkelerden geri dön-
meyip, ispanya gibi ülkelerde topluca kahp yerleşmeleri de anlamlıdır. Daha sonraları Abbasi'-
ler de aynı geleneği sürdürerek ordularında savaşçı olarak Türkleri bulundurmuşlardır.
Page 6
3 4
V E C İ H E
H A İ B O Ğ L U
KAŞ'LAR
Kaş'lar, Babil hükümdarı Hammurabi'nin ölümünden hemen son-
ra, Babil'e hücum etmişler, ancak başarılı olamamışlardı. Hammurabi'-
nin oğlu bu durumu bıraktığı tablette öğünerek açıklar ve Kaş'ları nasıl
püskürttüğünü anlatır.
Kaş'lar, bu başarısızlıklarından sonra, dağılmamışlar, toplanma yer-
leri olan Kuzey Sürye'de, Fırat kyıyılanndaki Ana (H-ana) kentine dön-
müşler, fırsat kollamağa başlamışlardır. Bu olaydan yüz elli yıl sonra
amaçlarına ulaşmışlar, Babil'e hakim olmuşlar, III. Babil hanedanım
kurmuşlardır. Kas hanedanı pek çok krab tahta geçirerek beş yüz altmış
yıl sürmüştür.
Bu durum gösteriyor ki, Mezopotamya'da savaşımı, hakimiyeti yi-
tirenler, çekip gitmemektedirler. Bunlar gibi Sümer'ler de, Er hanedanı
olarak gelen soydaşlarıyle yeniden güçlendikleri gibi, eski Gud'lar da
Kaş'larla yeniden güçlenmişlerdir.
Kaş'lardan kalan bazı sözcüklerle birlikte, Kas kral adlarının ço-
ğunun yayınlanmasında yarar vardır.
İkinci Babil hanedanından sonra, l.ö. 1700 (bin yedi yüz) ydlarında
Üçüncü Babil hanedanım Kas hükümdarı Gandaş kurmuştur. Daha
sonra gelen Kas krallarının bazıları şunlardır:
Kas Hanedam Kral Adlan:
GANDAŞ
Gandaş (Gan-daş = Kan- daş = Kandaş "aynı kandan olan")
AGUM
Agum I, II, III. (Ag-u-m = agam, Sayın büyüğüm"4)
KAŞTlLlAŞ
Kaştiliaş, I, II, III (Kaş-til-i-aş — Kas-dil-li "Oğuzlardaki Beg-dil-li
= Beydilli gibi soy gösteren ad")
4 "Sayın, saygı değer" anlamını veren Agum sözcüğünün Aga biçimi de olduğu belirtil-
mektedir ki bu sözcük "Aga/ağa sözcüğünün askdır. (bkz.Fritz Hommel, Altirac-litirche Über
lieferung München 1897 s.169).
Page 7
T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I C I
3 5
ABtRATTAŞ
Abirattaş (Abirat-taş "Yurt-taş" gibi)
TAZZÎ&URUMAŞ
Tazzigurumaş (Tazzig-ur-u-maş = Düşman vurmuş)
BURNABURlAŞ
Burnaburiaş I, II (Burna-buri-aş — Börü burnu - "Kurt burnu"
veya "Eski kurt").
ULAMBURlAŞ
Ulamburiaş (Ulam-buri-aş = Ala börü = "Alaca, Kızıl Kurt")
KARAÎNDAŞ
Kara-indaş (Kara-in-daş "Kara-in mağarasından olan")5
KADAŞMAN
Kadaşman-Enlil (Tanrı Ehlil'in akrabası, o soydan gelen)
"Kadaş, Uygurcada, "Akraba, arkadaş" demektir. Kadaşman-
Harbe (Ka-daş-man - Harbe), gibi.
Kadaşman- Turgu veya Durgu (Ka-daş-man - Tur-gu "Akraba,
kardeş Tur-sun veya Dur - sun).- gu eki Türkçede füturum ekidir.
KARAHARDAŞ
Karahardaş (Kara -har-daş) = Kara- Kardaş
KUDUR
Kudur -Enlil (Kud-ur Enlil = güçlü Enlil)
(Enlil gücü, Enlil gazabı) Kadir, uygurcada, "güç, gazap" demektir,
Kadir Han gibi (Bkz. Kşg.)
AD AD
Adad-şum-iddin (Adad-şum-iddi-n = "Adad sahip sun, koru")
5 Antalya'da Kara-in mağarasının bulunuşu bu tür özel adların varlığını gösterir.
Page 8
3 6
V E C İ H E
H A İ B O Ğ L U
MARDUK
Marduk-apla-iddin (Marduk abla veya ana sabip ol, koru)
ZABABA
Zababa-şum-iddin (Za-baba-şum-iddi-n =Za baba koru sahip ol)
Naz-i bug-aş "Bug soyundan gelen naz, nazlı"
Kurigalzu (Kur-i -galzu = Kur-i-guz-lu "Guz'lu kurucusu, koru-
yucusu, kurtarıcısı4).
Nazibugaş (Naz-i-bug-aş) adı, dil bakımından olduğu gibi tarih ba
kımmdan da çok önemlidir. "Naz" sözcüğü eski Farsçadan akndığı gibi,
"Bug" soyu ya da boyunun Oğuz'ların yanında büyük önemi vardı.
Oğuz'lar evlenmek için hep "Bug" boyundan kız almak istemişlerdir ve
almışlardır. "Bugaş" sözcüğü, Bug boyuyle ilgili olabilir, Kaş'ların kul-
landığı bu sözcüğe çok yakın bir sözcüğü de, Gud kral adlarında "Inim-
Bagaş > Bug-aş" biçiminde görüyoruz.
Kas dilinde kral adlarından başka pek çok sözcük de bugünkü Türk-
çeyle doğrudan doğruya bağlanabilir: "iranlı, Fars" anlamı da veren
"Tacik" sözcüğüne rastlandığı gibi, "kadın esir" anlamını veren "Kukla"
sözcüğüne de rastlanır ki bugünkü anlamlariyle en güzel biçimde bağ-
daştığı görülür. Karaduniaş (Kara-dun-i-aş) sözcüğü ise "kara donlu,
kara elbiseli" olarak açıklanır ki rahip, din adamı sınıfını gösterebilir7.
Bugün de Güney Anadolu'da kullanılan "Şıh" sözü Kas dilinde de
vardır: "şimdi Şıh=sundu Şıh = Şıh verdi" biçiminde tümcelere de
rastlanır, "şum, şim", "sun-mak" demektir.
Sümercede olduğu gibi Kas dilinde de Tanrı adlarının, kral adlarının
ve hayvan adlarının çizdiği küçük, resim sözcükler ve anlamları önemle
ele abnmalıdır. Bir atm adı "uşan-kuş = uçan kuş" biçimindedir. Tanrı
adlarında, genellikle özel adlarda yalvarma, dua anlamı daha çok geçer-
lidir. Çoğu da bugün olduğu gibi eylem köklerinden türetilmiştir. "Erol,
6 Aynı metatez olayı 'Kızıl Deniz'in" o zamanlardan kalma "Kulzum" biçimindeki adında
da görülebilir. Türkçede "-r" sesi bulunan sözcüklerde olduğu gibi, "-1" sesi bulunan sözcüklerde
de metatez olayı vardır, özellikle ek alan sözcüklerde görülen "abn, aln-ı" Anadolu ağızlarında
"anU", "yalın, yalnız /yanhz, yanıbş /yanlış /yalmş" gibi.
7 Ahlat'ta şehit düşen Abdurrahman Gazi'nin mezarına "Karadonlar" denilmesi dikkati
çekmelidir. Karadon'lar bir kabile adı da olabilir, Kafkasya'da, Zonguldak'da böyle yer adı var-
dır.
Page 9
T Ü R K T A R İ H İ N İ N
B A Ş L A N G I C I
3 7
Dursun, Döne, Serpil, Savaş" gibi. Tanrı Enlil korusun, Enlil-gücü ya
da "Tanrı Enlil'in soyundan gelen kral" gibi. Ayrıca Kaş'ların inan-
dıkları "yer, gök, dağ, deniz" tanrılarının Oğuz geleneğinde, İslamlıktan
sonra "Gök-Han-Oğulları, Deniz-Han-Oğulları" biçimlerini alışları da,
gelenek, görenek, kültür birliğinin kanıtıdır. Bu geleneklere, bu tür özel
adlardaki Türkçeye dikkat edilecek olursa, Kaş'ların ve onların kullan-
dığı, dilin çok daha eskilere, çok parlak uygarlıklara dayanması gerekir.
Bu bakımdan Kaş'lar, Türk tarihi; Türk dili hatta dünya dilleri ve ta-
rihleri yönünden çok önemli bir hazinedir.
SÜMER'LER
Yazının başlarında açıklandığı gibi, Sümer uygarhğma sahip çık-
mak, Sümercenin en eski Türk dili olduğunu gösteren kanıtları sırala-
mak, hem çok güç, hem de çok kolaydır. Güçlüklerin başında aradaki
altmış asırlık zaman gelir. Kolaylığın nedeni ise, Türkçenin, sözcük asıl-
larım, kurallarını koruma özelliğidir. Sümer ülkesinde bir tanrıça adı
olan "Ubil-tştar" sözcükleri, Türkçenin çok önemli bir özelliğinin ashm
hemen açıklamaktadır. "İş-tar", "emek-tar" gibi "iş" sözcüğüyle kurul-
muş bir Tanrıça adıdır. "Ubil" ise "kudretli" demektir. Bugünkü "ye-
terlik, iktidar" eyleminin aslı da "-u-bil-"dir. Yap-a-bil-mek, eskiden
yap-u-bil-mek" biçimindeydi ve "u" sesi "iktidar" anlamını veriyordu,
"bil-" kökü de bugün de kullanılan "bil-mek"tir. "Ubil-Iştar", "mukte-
dir îştar" anlamıyle Tanrıça adı olarak Sümercede, görevine uygun ne
güzel kullanılmıştır.
Buna benzer, Sümercedeki pek çok örnekten birkaçını sıralamakta
yarar vardır: Sümerce: Dingir, öteki Türk lehçelerinde, Tengri, Türkiye
Türkçesinde Tanrı, Yakutçada: Tangara; Sümercede: E-dingir-ra =
Tanrı evi, ka-dingir-ra8 = tanrı kapısı" demektir. Sümerce: ka, "ağız,
kapı, menşe" demektir. "Ka-pirig = ka berg = kuvvetli ağız = sihirbaz"
demektir. "Ka" sözcüğü, anlam gelişmesiyle, Kas dilinde olduğu gibi,
Uygurcada da "akraba"' anlamı da vermektedir: "Kadaş = Ka-daş"
sözcüğünde olduğu gibi. Sümercede: ab, e = Türkçede: ab, eb - ev"
8 Sümercenin "ka-dingir-ra" deyimi, kendilerinden sonra gelen Akat'lar tarafından ol-
duğu gibi Akat'çaya çevrilmiş "Babilu = Tanrı kapısı" denilmiştir ki, Merkezleri Babil'in adı
bu tamamlamadan gelmektedir. Ancak Asur'ların merkezi Ninuva'mn adının daha önce gelen
Türkler tarafından konulmuş olması ihtimali vardır, "ova" sözcüğü ile biten yer adları Türkçe-
nin "uba>oba" sözcüğüyle kurulmuştur, Kosova (Kos-ova) gibi. Nine-fube.
Page 10
3 8
V E C İ H E
HATRİBOĞL'U
demektir. Sümercede: "a" "su" anlamı vermektedir, "su" için ayrıca
"sıv" sözcüğü de vardır. Yakutçada da "ü", "su" demektir. Bütün bu
"su" kavramına bağlanabilen sözcükler (göz yaşı, ağlamak ve "yuğ"
töreni gibi) Orhun Yazıtlarmdaki "ı" ve Uygurcadaki "ıg" köküyle açık-
lanır, aslı: ıd; ödle /öğle gibi. Sümerde: ama, Çuvaş ve Yakutçada "ama",
Türkiye Türkçesinde "ana, eme" sözcükleri "anne" demektir. Sümer-
cede: baba, Kas dilinde: baba, Uygurcada: baba, Türkiye Türkçesin-
deki gibi "büyük şeyh, dede" anlamlarıyle de kullanılır. Sümercedeki
Ur-baba, za-baba gibi. Sümercede: ad, bütün Türk lehçelerinde, "ata"
demektir. Uygurcada "ada" biçimiyle geçer. Sümercede: diş, Türk leh-
çelerinde = dişi, Sümercede: kiş, Türk lehçelerinde kişi sözcüklerinde,
ikinci heceyi oluşturan -i'lerin kökeni açıkça görülmektedir. Sümercede:
igi = göz, sag=kafa (Lugal saggisi=sag-giş-i, = kafalı kişi, akıllı kişi:
Türkçede de sak-al, sak-la-mak, sak-m-mak, sak-ak, sak-ağı" aynı söz-
cükten türemiştir. Ayrıca "sak kişi = zeyrek, zeki kişi" anlamında Ana-
dolu'da kullanılmaktadır. Sümercede: dag, Türkçede: dağ, ancak söz-
cük Sümercede "taş" anlamım verirken zamanla Türk lehçelerinde "taş-
lardan oluşan" anlamıyle "dağ" kavramına kaymıştır. Sümercede "dağ"
kavramım ise "kur" sözcüğü vermektedir ki, ashnda "şişkin" anlamıyle
"karın" demektir, "kar-m" sözcüğünün aslı da "kur"dur. "kur-sak,
kursak, iç-kur", "kur-daş = kar-daş" sözcüklerinde bu kök bulunduğu
gibi "kur-mak, kur-ul-mak" eylemi de aynı köktendir. Sümercede bu
kökten "kur-sak" sözcüğü de vardır. Sümerce: din, "can" demektir. Bu
kök Türkçede "din-len-mek = canlanmak" sözcüğünde görülür. Uygur-
da "tın-lı-lar", "canlılar" demektir. Sümerce: gim, Türk lehçelerindeki
"kimi = kimin=gibi" anlamları verir. Sümerce: ay, gökteki ay'dır,
il ise Türkçedeki il'dir
Meslek adlarından bazıları bugünkü Türkçe ile kolay açıklanır:
uşan-du — kümes hayvanları yetiştiren demektir, uşan = uçan, kuş de-
mektir, du = tutan, "dutan" yetiştiren anlamını verir: i-şur = yağ
çıkarıcı, i = su anlamından, yağ; anlamına kaymıştır, şur: sormak,
sorup çıkarmak, ezmek" demektir, Çuvaşea "Şur-", "sıkmak, sormak'
demektir, dup - sar: kâtip, dup = tablet, dip; sar = yaz-mak demektir.
Yakutçada da "sar" yazmak anlamım verir. Üstelik Türkçedeki "yaz"
kökü de "s- /y-, -r /-z" değişimiyle aynı köktür. Sümerce "aş-kap",
"ayaklabı" demektir ki "ayak" sözcüğünün Sümercedeki kökü (as /az)
olmalıdır, çünkü "ayak" sözcüğü türemiş bir sözcüktür ve başka Türk
lehçelerinde (az-ak, ad-ak, ur-a) biçimleri de vardır. "Kap" sözcüğü de
bilinen "kap"dır ve aynı anlam, aynı düşünceyle, aynı uygulama dü-
Page 11
T Ü R K T A R İ H İ N İ N
B A Ş L A N G I C I
3 9
zeniyle bugünkü Türkçede de "ayağın kabı" olarak "ayakkabı" biçi-
minde yaşamaktadır.
Sümercedeki önemli sözcüklerden biri de tarımda kullanılan "apin =
sapan" sözcüğüdür. Yakutçada "süt" sözcüğünün "üt" oluşu gibi, öteki
Türk lehçelerinde "sapan" olan sözcük, Sümercede, Yakutçada olduğu
gibi önsesi "s-"yi kullanmayarak "apin" olmuştur. Sümercede "apşin"
ise "sapan izi" demektir. Bugün Reyhanlı'daki "Afşin" ırmağı "sapan
izi" anlamına bağlanabilir. Sümerce: id "nehir" anlamı verir, bu kök,
td-igle = Dicle, îd-buranın=Fırat, îd-il gibi nehir adlarında görülür.
Sümercede "giş", "agaç" anlamım verir ki, Türk lehçelerindeki
"ıgaç = ağaç" sözcüğüne bağlamr. Ötüken Yış = Ötüken Ormanı da
aynı sözcükle bağlantılıdır. Sümerce: şe-giş = ağaç suyu = ağaç yağı"
demektir ve "susam yağı" anlamında kullanılmıştır. Sümerce: di, "söz,
hüküm" demektir, di-mek sözcüğü ile ilgilidir, "di-kut = söz kesen,
hakim" anlamım verir aynı zamanda "kesin, kutlu, mukaddes söz"
demektir.
Görülüyor ki Sümerce ile Türkçe arasında yapılabilecek karşılaş-
tırmalar böyle bir yazıya sığmayacak kadar uzayıp gidebilecektir.
Sümer atasözleri de Türk atasözlerinin hemen hemen aynıdır9
Sümer'lerden, Gud'lardan, Kaş'lardan kalan metinlere, bütün
dünya dilci ve tarihçilerinin önemle eğilmeleri gerekir. Çünkü, Türkler,
Kuzey Asya'dan Güney Mezopotamya'ya inerken çeşitli uluslarla ilişki
kura kura göç etmişlerdir. Bu ilişkilerin izleri eski Mezopotamya metin-
lerinde, özellikle Türk metinlerinde saklıdır. Bu ilişkilere göre tarihin
başlangıcından beri, Sümer'lerle aynı çağlarda kendi özelliklerine göre
Iran, Hint-Avrupa, Anadolu ve Çin uygarlıkları da vardı.
Sümer dilinin bu kadar mükemmel olması, bu kadar mükemmel
kavramları anlatabilmesi için, yazı olmadan da, en az İ.Ö. beş bin yıl-
larında da Sümercenin var olması gerekir. Sümer, Gud, Guz metinle-
rindeki izlere göre, öteki uluslrın tarihi de bu kadar eskilere gider.
Ayrıca Anadolu'da özellikle Doğu, Orta Anadolu'da Mezopotam-
ya'ya inen Türklerin bir kısmının yerleşmiş olabileceğini de dikkate al-
9 Türk dilciliğine pek çok emeği geçmiş olan Sayın Ömer Asım Aksoy'un yapıtları
(Bkz. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü III. Dizin, 1977 Ankara) ile Sümer Atasözleri
karşılaştırılınca aradaki ilgiler Açıkça görülür. (Bkz. M. Çığ, Dünyanın En Eski Atasöz-
leri, Tarih, Coğrafya Dünyası, Sayı: 2, sayfa: 148).
Page 12
4 0
V E C İ H E
H A İ B O Ğ L U
mak gerekir. Sümer'lerin Ku-baba" tanrısına Anadolu'da da (Sard'da =
Salihli'de) rastlamak anlamlıdır. Etilerden önceki Proto Hattilerin
dilinin de bitişken "=agglutinant" olması önemlidir. Ayrıca bugünki
Kütahya kentinin adının eskiden "Kutiun=Kut" oluşu da dikkatle iz-
lenmelidir. Çankırı'nın eski adı da Kengir'dir. Aynı ad Doğu Anadolu'-
da, Kafkasya'da da vardır ve Sümer Ülkesi de aynı adı taşıyoıdu.
Dil verileri, tarihin saklı gerçekleri için sağlam kanıtlardır.
Çünkü hiç bir sözcük kökü, eskilere daya:imadan yaratılamaz.
Nitekim bugün "Hazar denizi" denen büyük gölün Latince adı-
:an "Caspium" oluşu bile, Kaş'ların yaşama alanlarını ve göç yerlerini
göstermektedir. "Caspium" sözcüğünde "epenthese olayı vardır,"-p-
sesi sözcüğün aslından gelmemektedir. Kaspium denizinin bir adı da
Kasar (Kas-ar)dır. Kafkasya adınında da Kas sözcüğü ile ilgili olduğu
şöylenebilir.
Dil verilerinin yol göstericiliğiyle, başlangıçtan günümüze doğru,
Sümer (Subar), Gud(kut), Guz(Kas) uygarlıklarının halka halka geliş-
mesi, eski Mezopotamya'daki Türk varlığının büyük önemini göster-
mekte ve Türk tarihinin başlangıcı sorununu aydınlatmaktadır.
isa'dan önceki çağların tarih ve dil verilerinin ışığında, bazı boy,
soy adlarım açıklamak oldukça kolaylaşmıştır. Bu tür özel adların ba-
şında "Oğuz" sözcüğü gelir.
OĞUZ'LAR
İki heceli bir sözcük olan "Oğuz" adı, Türkçedir. Türkçenin özel-
likrine göre, kök ve ek bakımından bu iki hece açıklanabilir10.
Orhun Yazıtlarından önce olduğu sanılan (Î.S.V.-VI. yüzyd) Yeni-
sey Yazıtları'nda "Oğuz" sözcüğü şu anlatımda geçmektedir: "Altı
Oğuz budunta = Altı Oğuz boyunda, ulusunda" (Bkz.Hüseyin N.Or-
kun, cilt: III, s.61).
Orhun Yazıtları'nda, Bilge Kağan, Türk ve Oğuz boylarına, bey-
lerine hitap ederken "Tokuz Oğuz budun kentü budunum erti" der.
(Bkz.H.N.Orkun, cilt: I, s.48).
Bilge Kağan, Dokuz Oğuzlar için, "kendi ulusum" derken, Oğuz-
ların da Türk olduğu bilincindeydi. Ancak, aradaki, gelenek, birikim,
10 Ayııı konunun bir bölümü Türk Dili Dergisi'nin Mart 978 sayısında yayınlanmıştı.
Page 13
T Ü R K T A R İ H İ N İ N
B A Ş L A N G I C I
4 1
boy, lehçe farklarını da sessizce belirtmekteydi. Nitekim az sonraki sa-
vaşlarla sorun daha belirgin olarak ortaya çıkar. Bu sıralarda Oğuzların
bir bölümü Selenga ırmağı kıyılarında oturuyorlardı ve başlarında Baz
Kağan vardı.
Dokuz Oğuzlar, Bilge Kagan'm bu politik çağrısına karşın, kendi
gelenekleri, kendi güçleri açısından, herhangi bir baskıya uğramamak
için, gizlice Çinlilerle anlaşmaya çalışırlar. Bu durumu sezen, Kck-Türk
devletinin başarılı veziri Tonyukuk (elbisesi yıkanmış, temiz) anlamın-
da kullanılmış olabilir, Dokuz Oğuzlar üzerine sefer düzenler. Sonunda,
Baz Kağan savaşta ölür, Oğuzlar da böylece yenilgiye uğrarlar.
Daha sonraları, Dokuz Oğuzlar, Uygurlarla birleşirler. M.S.745 yı-
hnda, Uygur, Basmil ve Karlukların savaşlarıyla Kök-Türk devleti sar-
sılır, yıkıhr.
Uygur Kağanı Moyunçur, devletinin dayandığı başlıca topluluk
olarak "On Uygur ve Tokuz Oğuz budun" adlarını açıklar. Demek ki
bu sıralarda Uygurların büyük bir çoğunluğu Oğuz boylarıydı. Aynı
yüzyılda Müslüman Arap coğrafyacıların, Beş Bahk bölgesinde yaşayan
Uygurları, "Tokuz Guz = Dokuz Oğuz" olarak göstermeleri boşuna de-
ğildir. Bu dönemde, Sabran (Savran), Karaçuk (Farab), Karmak, Suğ-
nak ve Sitgun gibi kentler, Oğuz kentleriydi.
Bu kısa tarihçe de gösteriyor ki "Oğuz" adı, çeşitli kaynaklara,
t.S.VI. ve VII. yüzyıldan beri, geç de olsa geçmiş bulunmaktadır.
Oğuzlar, Türk tarihinin başlangıcından beri durmadan yayılıyor-
lar, özellikle Batı'ya, Siriderya'ya, iran'ın kuzeyine, Azerbaycan'a,
Kafkasya, Kırım, Romanya ve Balkanlara yerleşmeye çalışıyorlardı.
Daha öncede, sonra da Suriye'ye, Mısır'a kadar inmişlerdi11. Oğuzlar bu
akınları, sanıldığı gibi göçebe oldukları için yapmıyorlar, yerleşmek için,
devlet kurmak için uygun, elverişli yer arıyorlardı. Yerleşir yerleşmez
de yapılar, anıtlar dikmeğe başlıyorlardı. Kaş'larda, Selçuklularda ol-
duğu gibi, Kaş'ların Ziggurat'ları gibi:
VIII.-IX.uncu yüzyıldan beri, Araplar kendi kaynaklarında bu
ünlü Türk ulusuna "Oğuz" veya "Uğuz" diyebilirlerdi; dillerinde bu
sesleri karşılayacak harfler vardı. Ancak, Araplar kendi kaynaklarında
Oğuz boylarına düzenli bir biçimde, her dönemde "Guz jji" demekte-
11 On dördüncü yüzyılda Abu-Hayyan'ın El-Idrak'inde belirtildiği gibi, Mısır'da, Suriye'-
de pek çok Oğuz vardı ve Oğuzca sözcükler, öteki Türkçe sözcüklerden kolayca ayrılıyordu.
Page 14
4 2
V E C İ H E
H A İ B O Ğ L
dirler. Bizanslılar da, durmadan sınırlarını zorlayan Oğuzlara kaynak-
larında önemli yer verirler ve daha önce de belirtildiği gibi Oğuzları
"Uz" diye adlandırırlar. Yalnız, Kök-Türkler, Oğuzları, "Uguz" veya
"Oğuz" biçimiyle gösteriyorlardı12. Çünkü Kök-Türkler Oğuzlara, Arap-
lar gibi "Guz" diyemezlerdi, onların lehçesinde önseste "ğ-" yoktu,
"Kuz" demeleri gerekirdi. Halbuki Oğuzlar kendi adlarını sürekli (Fr.
consonne senore, îng. voiced consannant, Alm. stimhaft) bir ses olan
"ğ-/ğ-" önsesiyle söylüyorlardı.
Başlıca bu önses ve buna benzer başka önses sorunlarından olacak ki,
Kaşgarlı, Divan'mda kendi lehçesine "Türkçe", Oğuzların lehçesine
Oğuzca ya da "Türkmence" der. Kaşgarlı'nm Divan'ında13 Oğuzca ile
Türkmence, daha doğrusu Oğuzlarla Türkmenler eşanlamlı olarak kul-
landır ki bir bakıma doğrudur ama daha o yüzyıllarda bile, Türkmenler
bütün Oğuzları kapsamazdı. Nitekim Kaşgarb, Divan'ında, gezdiği yer-
lerin topluluklarını ayrı ayrı sırakyor: "Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil" vb.
(Bkz.cilt: I, s.4)
Kaşgarlı'nm Divan'ında "Oğuz" adı "Uguz" biçimiyle de geçer.
"Oğuz" sözcüğünün dört biçimiyle kaynaklarda kullanılması dikkatle
izlenmelidir: Guz, Uguz, Oğuz, Uz.
Dil verilerine, gramere ve tarih kaynaklarının kanıtlarına göre bu
biçimlerin aslına en uygun olanı Araplrın belirttiği "Guz" sözcüğüdür.
Bu sorun, bütünüyle önses, öntüreme (Prothese) sorunudur. Oğuzlar
bu önseslerinin özellikleriyle, kısaca, konuşmalarındaki değişik önsesle-
riyle, Kök-Türk lehçesine ters düşmüşlerdir. Kök-Türk lehçesine göre
önseste "g-" sesi bulunamaz ve Orhun Yazıtlarında "g-" ile başlayan
Türkçe sözcük gösterilemez. XI. Yüzyılda Kaşgarb Mahmud da bu du-
rumu büyük bir yetkiyle anlatmakta ve Türkçede, yani kendi Türkçesi
olan Orhun-Karahanlı Türkçesinde, önseste "g-" olmadığını belirtmek-
tedir. Bu yüzden "Guz" sözcüğü Kök-Türk lehçesinde, "u-" veya "o-"
öntüreme sesle (Prothese) birlikte kullanılabilirdi. Böylece sözcük "U-
guz" veya "O-guz" biçimlerinde kullanılır oldu. Arapçada ise, önseste
"g-", kolaylıkla kullanılabilir olduğundan sözcük, "gaym =
ile,
12 Orhun Yazıtlan'nda belki de sözcük "Oğuz" değil, "Uguz" diye okunuyordu. Ancak
Kaşgarlı'nın Divan'ından sonra iki türlü "Uguz /Oğuz" biçimlerine rastlıyoruz.
13 XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut da Divan'ında Oğuzlar hakkında önemli bilgiler ver-
mekte, yirmi iki Oğuz boyunu adlarıyle belirtmekte, sözcüklerini ve özelliklerini yetkiyle açık-
lamaktadır ve (Bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar, 1972 Ankara).
Page 15
T Ü R K T A R İ H İ N İ N
B A Ş L A N G I C I
4 3
"Guz" biçiminde gösterilmiştir. Bizanslılar ise bu adı "Uz" biçiminde
yazmak zorunda kalmışlardı. Ancak bu biçim, IX-XI. yüzyıllarda söz-
cüğün başındaki öntüremenin henüz "o-" olmadığını, Bizanskların bu
önsesi, "U-" diye duyduklarını kesin olarak bize anlatmaktadır. Söz-
eüğün içindeki "g-" sesinin de o dönemde yumuşadığı, hatta eridiği söy-
lenebilir."Uguz" biçimindeki sözcüğü, Bizanslılar"Uz" biçiminde duymuş
olacaklar ki öyle yazmışlardır14. Eğer o dönemde, Oğuzlar, kendilerine
"Oğuz" demiş olsalardı, Bizanslıların da, Alp-Arslan'la savaşırken ordu-
larına bile aldıkları bu ulusa, "Uz" yerine "Oz" demeleri gerekirdi. Kısa-
ca Türklerde "Uğuz" sözcüğünün, "Oğuz" oluşu, en az XI. yüzyddan
sonradır denebilir ve "U-" sesinin "O-" sesine geçişi yanındaki damak
ünsüzü "g-"nin etkisiyle açıklanabilir. Aslında sözcükteki öntüreme,
"U-" biçimiyle kalsaydı, Urum (Rum), Urmiye, Urus(Rus) sözcüklerinde
olduğu gibi, öntüremeli bir sözcük olduğu, çoktan inceleyicilerin dikka-
tini çeker, kök ve ek bakımlarından başka başka açıklamalara gidilmez-
di (Bkz. islâm Ansiklopedisi, Oğuz ve Türk maddeleri.).
Arapların "Oğuz" sözcüğünü "Guz= jji" biçiminde yazmış olma-
ları ise, tarih bakımından çok önemlidir. Niçin Araplar VIII-X. yüzyıl-
lar boyunca sözcüğü, "Uguz" veya "Oğuz" sözcüğünü duydukları halde,
bu sözcüğü öntüremeli yazmayıp "Guz jy-" biçiminde yazmışlardır?
Hatta Kaşgarlı bile, Türkçeden söz ederken "Uguz" veya "Oğuz" biçi-
minde yazdığı halde, Arapça yazdığı Divan'ımn önsözünde, sözcüğü,
"Guz" biçimiyle kullanmaktadır. (Bkz. Kaşgarlı Divanü Lûgat-it-Türk
Tıpkıbasımı, sayfa: 3, satır: 1). Demek ki "Oğuz sözcüğü, Araplarda ve
Arapçada "Guz" biçimiyle yerleşmiştir ki bu biçimin Arapçada geleneği
vardır, başka türlü bu ulusun adı yazılamaz. Bu durum çok önemlidir.
Demek Araplar, Oğuzları "Guz" denildiği zamandan beri tanımaktadırlar
ve eski biçim Araplarda kalmış, yeni biçim yaydmıştır. Arapçada "Oğuz"
lar eski biçimle "Guz"lar diye yerleşmiş ve her çağda "Oğuz" yerine
daima "Guz" demişlerdir.
Bu durumda, "Uguz" veya "Oğuz" sözcüğünü VII.-VIII. yüzyddan
beri belgelerde bulduğumuza göre Araplarda yerleşmiş olan, geleneği
14 Buna göre sözcük, Orhun ve Uygur dönemlerinde "Uguz" diye konuşulmuş, yazılmış
olmalıdır. Nitekim Kaşgarh'da da hem "Uguz" hem de "Oğuz" biçimi vardır. Sözcük Arap harf-
leriyle de o dönemde, çok defa "vav" sız, üzerine "ötre" konmuş elif ile yazılıyordu:
gibi. Üstelik sözcüğün sonundaki "-z" sesini kesinlikle belirtmek için Jjil = Uguzz" biçiminde
"" = şedde" de konuyordu.
Page 16
4 4
V E C İ H E
I I A T İ B O G L U
kurulmuş bulunan eski "Guz" biçimi hangi yüzyıldan beri kullanılmış-
tır ve Araplar, "Oğuz"lardan önce, "Guz"ları ne zaman, nerede tanı-
mışlardır? Bu soruya verilecek yanıtlar, tarihin pek çok karanlık sorun-
larını aydınlatacak, çözülmeyen pek çok düğümü çözecektir.
Kısaca, tarih kaynaklarında görülen dört türlü "Oğuz" sözcüğünün
gelişimi ancak şöyle açıklanabilir:
Aynı olay15
"oruç" sözcüğünde de görülmektedir: Müslümanlığı
Araplardan çok, komşuları iranlılardan alan Türkler, islamlığın başlıca
terimlerini de iranlılardan almışlardır: "Namaz, abdest" gibi sözcükler
Farsça olduğu gibi, "Oruç" sözcüğü de Farsça asılhdır.
Daha önceki Türk dili kaynaklarında "perhiz anlamına gelen bu bi-
çime yakın bir sözcük bulunmamaktadır15. Farsçada "oruç" sözcüğünün
karşılığı ise "ruze'dir
Türkçede, "r-" sesiyle başlayan sözcük bulunmadığı için, yabancı
dillerden gelen bu tür sözcükler, öntüreme seslerle karşdanmış, bu ne-
denle de çok defa biçim değiştirmişlerdir. Lehçelerde Urmiye gölü,
Urum (Rum)17, Urus (Rus) ve yazı dilinde de kullanılan Urfa (Ruha) bu
15 Aynı olayın türlü görünüşleri, eski kaynaklarda belirtilmiştir: Ugan/Ogan, Ugur/Ogur
(uğur), uğramak/ogramak (uğramak); ur-gak > or-gak > orak (Kşg. C.1,9.14), üküş /öküş "çok",
ürgi/örgi "yüksek" vb.
Ayrıca "nehir, ırmak" anlamında kullanılan "ügüz" sözcüğünün durumu da dikkate değer:
Orhun Yazıtları'nda "ügüz" biçimiyle geçen sözcük, Kaşgarh'nın Divan'mda ise "öküz" biçi-
mini almıştır ve Kaşgarlı, Kaş öküz (Hotan şehrinin iki yanında akan iki derenin adı, Tavuşgan
öküz (Uç şehrinde akan bir derenin adı), Öküz (Benegit ırmağı, Oğuzlarca) demektedir. "Ügüz"
sözcüğünün aslı da şu biçimde açıklanabilir: ıg-ız > iğiz > ügüz > öküz. Kısaca "hayvan" an-
lamındaki "öküz"den başka, bu lehçelerde kullanılan "nehir" anlamındaki "öküz" sözcüğü, "su"
anlamındaki "ıg" sözcüğüne çoğul kavramı veren "-ı-z" ekinin getirilmesiyle oluşmuş ve "öküz"
ya da "ügüz", "sular" kavramını vererek "nehir, ırmak" karşılığında kullanılmıştır. Aynı kökten
kurulmuş görünen "öğen" sözcüğü de Uygurcada "dere, çay" demekti. Aslında "öğen" sözcüğü,
"küçük su" demektir ki kökü "ıg > -ig" ve eki "-en", anlamına, yerine uygun olarak kullanılmış-
tır. Bir tür hayvan adı olan "öküz" sözcüğü ise Yunanca 'oks' sözcüğü ile ilgili , olabilir.
16 Uygurcada "baçag/paçag", "perhiz, oruç" demektir.
17 Uygurcada Doğu Romalılara "Purum" denilmesi ayrıca dikkati çeker, önsesler bakı-
mından Fin-Ugur terimindeki "Uğur" sözcüğü de "U-gur" biçiminde bir öntüreme (prothese)
ile açıklanabilir. Hatta, daha ileri gidilerek, yaygın "-r/-z" değişimiyle, "Gur", "Guz" aynıdır,
denebilir. Aynı biçimde bir öntüreme "Uygur" sözcüğü için de geçerlidir.
Uguz -> Oğuz
Oğuz (Türkiye Türk-
lerinde)
Uguz -> Uğuz
Uz (Bizanslılarda)
Page 17
T Ü R K T A R İ H İ N İ N
B A Ş L A N G I C I
4 5
tür sözcüklerdendir. Bu duruma göre "oruç" sözcüğü şu biçimde oluş-
muştur: Farsça "ruze > o-ruç" olmuştur.18 Farsça "rüzgâr" sözcüğü de
Anadolu ağızlarında "ü-rüzgâr, ö-rüzgâr" olmuştur.
Türkçede, yer ve ulus adlarında, bu olayın "i- /ı-" ve "ü-" öntüre-
meleriyle kurulmuş yığınlarca örneği vardır: "î-sveç, I-skandinavya,
t-skoç, t-sviçre, I-slav, I-stanbul, î-zmir (Smyrne), Üsküp (Skopi) gibi.
Özellikle, eski çağlardaki "îskit"ler de bu tür sözcüklerle açıklanabilir
ve "Saka" sözcüğü ile ilgisi kurulabir.
Türkçedeki önseslerin özellikleri ve öntüreme olayı ile, "Oğuz" söz-
cüğü üzerinde uygulanan bu açıklama, tarihin karanlık, sorulu bir yö-
nünü, "Oğuz" adının türlü kaynaklarda dört ayrı biçimde değişik yazı-
lışım çözümlemektedir. Ancak bu açıklama ile, "Oğuz" sözcüğünün asb,
"Guz" sözcüğü olarak belirince, Arapların "Guz"ları ne zaman nerede
tanıdıkları sorunu ortaya çıkar. Bu sorunu tarih elbet bir gün kesildikle
açıklayacaktır. Yalmz bilinen şudur ki, "Oğuz" sözcüğünün "Guz" söz-
cüğü olarak açıklanması, Oğuzların, dünya tarihindeki yerini, Orhun
yazıtları'ndan çok eskilere, özellikle, başka uluslarla ilgileri, ilişkileri
bakımından çok gerilere götürmektedir.
Yukarıdaki açıklamalarda görüldüğü üzere, tarih olayları, dil veri-
leriyle desteklenirse, Oğuz boylarının ortaya çıkışı sorunu gibi, gerçek-
ler, biraz daha belirir, sorunlar biraz daha aydınlığa kavuşmuş olur.
Açıklanması gereken boy, soy adlarından biri de I. S. VI. VII.
yüzyıldan, beri bıraktıkları metinlerle tanıdığımız Uygur Türkleridir
Kaynaklarda geçen bazı sözcüklerde Uygur'ların gerçek durumlarım
gösteren izler vardır.
UYGUR VE YUGUR
Bugün Kuzey Asya'da Yugur adı altında yaşayan topluluk, eski
Uygur'ların son temsilcileridir ve adları da tarihin tanıdığı Uygur'ların
aslını göstermektedir.19
1& Yine aynı olayın pek çok örneğini Anadolu ağızlarında görmekteyiz: "rüya/ürüya,
rahat/irahat, rıza/irıza, razı/irazı, renk/irenk, ramazan /ıramazan" gibi. Bu tür sözcüklerle ku-
rulan tümceler de her gün yörelerimizde kullanılmaktadır: "irahatım kaçtı, irizası yoktu, irazı
değilim, irengi sapsarı oldu, irazamanda oruç tutar mısın?, ürüya görmüş" vb.
19 Kaşgarlı Divan'ında verdiği haritada Yugur'ları göstermiştir. Ancak metinde bu söz-
cüğün kullanılmaması dikkate değer. Harita bir başka kaynaktan alınmış olabilir.
Page 18
4 6
V E C İ H E
H A İ B O Ğ L U
"Yugur" sözcüğünün varlığından, "Uygur" sözcüğünde de bir me-
tatez olayı bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu duruma göre, Uygur sözcü-
ğünün aslı Oğuz /guz sözcüklerinde olduğu gibi "Gur" dur. Sözcüğün
önündeki sesler, Türkçede çok yaygın olan öntüreme seslerdir. Buna
göre "y-ı-lan /yılan / ilan /lan" sözcüklerinde olduğu gibi (bkz.V.Hati-
boğlu, Türkçede Bazı Hayvan Adları, Bilimsel Bildiriler 1968) "Yugur"
sözcüğünde de "y-u-gur" biçiminde bir öntüreme olayı (Prothese)
vardır, "u-y-gur" biçimi ise "y-u-gur biçiminin" metathâse'le meyda-
na gelmesiyle açıklanır. Sözcüğün aslı, "Fin-Ugur" teriminde de kullanıl-
dığı gibi "Uğur" değil "Gur" dur, tıpkı "Uguz" olmayıp "Guz" olduğu
gibi. Aynı "Gur" sözcüğünü Macar'ların bir başka adı olan "Hungar" da
da görüyoruz. "Hungar" sözcüğü "H-un-gar" biçimiyle açıklanabilir,
önsesteki H- Balkan lehçelerinde çok görülen "öntüremeh" dir. "un-gar"
ise "On-Gur" demektir. "Bulgar" sözcüğü de Bel-gur/ Bul-gar" ola-
bilir. "Beş-Gur" demektir. "Beş Huz", "Dokuz Oğuz", "On Uygur"
gibi sayı adlarıyla kurulmuş pek çok topluluk adı vardır. Hurri söz-
cüğüde Guz/Huz değişimi gibi Gur'dan gelmiş olabilir.
Oğuzca ve Uygurca için en önemli kaynakların başında, Kâşgarlı'-
mn Divan'ı gelir. Kâşgarb Divan'ında, sözcük başındaki "t- /d-" değişi-
minden başka Oğuzca'mn çok önemli özelliklerini belirtmektedir.
Kâşgarlı, "h-" ile başlayan sözcükler için şöyle demektedir: "Kita-
bın sahibi Mahmud der ki bunun içindir ki bizim atalarımız olan Beylere
Hamir derler çünkü Oğuzlar Emir diyemezler elif harfini "h-" ya çevi-
rerek söylerler" (Bkz. Divan, Cilt: I, s.112). Kâşgarlı "h" sesinin kendi
Türkçesinde bulunmadığım, sözcüklerin başında bu sesi kullananları
yabancı saydığını açıkça belirtir: "Hotanlılarla Kençekler kelimenin
önünde bulunan elifleri, h'ye çevirirler. Türk dilinde bulunmayan bir
harfi kattıkları için biz onları Türk saymıyoruz. Türkler baba'ya ata,
Hotanhlarla, Kençekliler hata, Türkler ana'ya ana, onlar ise hana der-
ler. Bkz. Kaşgarb Divan'ı, cilt: I, s. 32), Kas'arm Ana (Hana) kenti gibi.
Kâşgarb ayrıca, k'den dönen h'ler için de örnekler verir: "handa=
nerede, hayu=hangi, hız=kız" sözcüklerinin karşısına da, bunların
Oğuzca ve Kıpçakça olduğunu yazar.
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, Kâşgarb'nin Türkçesinde,
yani Orhun Türkçesinin devamı sayılan Karahanlı Türkçesinde, sözcük-
lerin önsesinde "h-" sesi kullanılmamaktadır. Kaşgarlı yalmz Oğuzcada
Page 19
T Ü R K T A R İ H İ N İ N B A Ş L A N G I C I
4 7
/
"h-" sesinin bazı sözcüklerin başında bulunduğunu yadırgayarak belirtir.
Bu durum, dil tariki yönünden olduğu gibi tarih olaylarım açıklamada
da boylar bakımından çok önemli, çok yönlü sonuçlar verir.
Uygurcada da "h-" sesiyle başlayan sözcükler vardır. Oysa uygar-
ca, Orhun Türkçesi ile Karahanlı Türkçesi arasında bağlantı halkası
saydır. Uygurcada "h-" sesiyle başlayan sözcüklerden birkaçı şunlardır:
haç (kaç: ne kadar, kaç)
haçan (kaçan: ne zaman?)
halın (kalın: ince olmayan, kalın)
haltı (kaltı: kaldı, kaldı ki, ne zaman ki)
han (kan, hükümdar, baba)
hangsız (kangsız, babasız)
hanyu (kayu, ne zaman, ne gibi, hangi)
hara (kara: kara, siyah)
hara kuş (kara kuş: kartal, kara kuş)
harın (karın: karın)
harga (karga: karga)
harı (karı: ihtiyar)
hanmak (karımak: ihtiyarlamak)
hat (kat: kat, tabaka)
hata (kata, defa, kez)
hatıg (katig: katı, sert)
hatun (katun: hatun, kraliçe)
hıl (kd: kıl)
hdınç (kılınç: kılınç, iş, hareket, fiil, amel)
hılmak (kılmak: kılmak, yapmak)
hul (kul: kul, köle)
huş (kuş: kuş)
(Bkz. A. Caferoğlu; Uygur Türkçesi Sözlüğü, istanbul 1968).
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere, Orhun ve Karahanlı
Türkçesinde bulunmayan sözcük başındaki "h-" sesi Uygurcaya nereden
gelmiştir, bu sorunu önemle ele almak gerekir.
Uygurcada, sözcük önseslerinde "h-" den başka "g-, p-" sesleriyle
başlayan sözcükler de vardır:
gatıg (katı, sert, sağlam)
gılınç (kılınç: iş)
Page 20
4 8
V E C İ H E
H A İ B O Ğ L U
gılmak (kılmak: kılmak)
giz (kız: kız, genç)
ganag (konak: konak, köşk)
gorgunçsuz (korkunç olmayan) vb.
Uygurcadaki, "p-" ile başlayan sözcüklerin birkaçı da şunlardır:
pakır (bakır)
par (bar: var)
parça (barça: bütün, hepsi)
park (bark, ev bark)
pek (berk: sağlam)
pışmak (bişmek, pişmek, yetişmek, olgunlaşmak)
Uygurcadaki bu örneklerle birlikte, iki türlü önsesle de kullanılabi-
len bazı sözcüklerin varlığı, sonuçları bakımından önemlidir. Uygurcada
hem "bakır" hem de "pakır", "bar/par, barça/parça,pütün/bütün,
bütürroek /pütürmek" gibi sözcüklerin bulunuşu dikkatle incelenmelidir.
Bu durum, yazı dilinde, "b-" ile başlayan sözcüklerin, ağızların etkisiyle
"p-" biçiminde de kullanıldığını açıkça göstermektedir, önceki örnek-
lerde görülen "k- /g- /h-" önsesleri için de durum aynıdır. Uygurcada,
yazı dilinde "k-" önsesiyle kullanılan sözcükler, Uygur konuşma dilinde
"g-" ve "h-" sesiyle konuşulmaktaydı. Kısaca, Uygurcada yazı dilinde,
bazı sözcüklerin önsesinde "k-" yerine "g-" ve "h-"nin kullanılması,
Uygur topraklarındaki ağızların yazı diline yansımasıdır denebilir.
Ancak biraz sonra açıklanacağı üzere Kaşgarlı, bize başka ip uçları da
vermekte, Uygur şehir halkının başka türlü konuştuğunu da belirtmek-
tedir.
Uygurcamn, Kök-Türk lehçesinden ayrdan bu tür önseslerle kurul-
muş Türkçe sözcükleri, Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştırır, daha doğrusu
Uygurcada pek çok Oğuz özelliği görülür. Bu özelliklerin başlıcaları şun-
lardır:
1) önseslerdeki süreklileşme (sonorisation): "kız" yerine "giz, hız"
denilebilmesi. Anadolu ağızlarında olduğu gibi.
2) îçseslerde yaygın olmayan bir süreklileşme vardır:
"Tarkan" yerine "Tarhan", "Orkun" yerine "Orhun", yılkı" yerine
"yılfeı" gibi.
Page 21
T Ü R K T A R İ H İ N İ N
B A Ş L A N G I C I
4 9
3) Sözcük hazinesi, özellikle yabancı sözcüklerin, Kök-Türk leh-
çesinden çok fazla oluşu da Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştırır. Oğuzların
sözcük hazinesi incelenecek olursa, Gotlar, Germenler ve Latinlerle or-
ortak sözcükler kullanıldığı görülür. Anlaşılan, Oğuzlar bu uluslarla za-
man zaman komşu yaşamışlardı ve kültür abş verişinde bulunmuşlardı.
Ayrıca akraba adları Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştıran önemli et-
kenlerdendir. Orhun Türkçesinde kullanılmayan, Uygurcada kulla-
nılabilen akraba adlarından "baba" sözcüğü, ashnda Oğuzcadır.
Kaşgarb, Oğuzların "ana" yerine "aba" sözcüğünü de kullandık-
larım yazar ki, bu gelenek bu gün de Anadolu ağızlarında sürmektedir
Kaşgarlı bir de "dede" sözcüğünün Oğuzca olduğunu açıklar. Bilindiği
üzere "baba, dede, aga" gibi çok önemli akraba adlan Oğuzlarda kulla-
ndmış ve kullanılmaktadır. Bunlardan, Orhun Türkçesinde bulunma-
yan "baba, aga= ağabey, büyük kardeş" sözcüklerinin Uygurcada geç-
mesi, ancak Oğuzların etkisi olarak açıklanabilir. Çünkü Uygurcada
"baba" sözcüğüne gereksinme yoktu bu anlamda Uygureada Orhun
Türkçesi gibi "ata, kang" sözcükleri de kullanıhyodu.
Uygurları Oğuzlara yaklaştıran bu kamtlar dışında Uygurların
yazı dillerinin başka, konuşma dillerinin başka oluşu dikkatle izlenmeli-
dir. Kaşgarlı, Uygurları biraz yabancı tutar2" ve dilleri için şöyle der:
"Uygurların öz Türkçe bir düleri olduğu gibi, kendi aralarında konuş-
tukları zaman ayrı bir ağız dahi kullanırlar" (Bkz. Kaşgarlı, C.I, s.29).
Demek Uygurlar, yazı dillerinden ayrı, Kaşgarlı'nm bile kolayca fark
edemediği bir lehçe ile konuşuyorlardı ki asıl dilleri de buydu, yani eski
Oğuzcaydı. Yalnız yazı dilleri Kök-Türk lehçesinin büyük etkisinde idi,
çünkü Kök-Türk yazı dilinin geleneği vardı, Uygurlar da bu geleneğe
uymuşlardı21, hatta Uygurlar, Çinlilerle yaptıkları abş verişler için kendi
20 Kaşgarlı Beş Balık halkı Uygurlar için şöyle der: "Bu vilâyette beş şehir vardır. Vilâ-
yetin halkı en katı kâfirlerdir" (Bkz. C.I, s.113) Bu durum, Uygurların bir bölümünün Müslüman
olmayışı ve Sanskrit sözcükleriyle dolu bir dil kullanışları biçiminde yorumlanabilirse de aslında
Uygurlar, konuşma lehçeleri ve gelenek tutum bakımlarından Kaşgarh'ya, kaşgarlı'nın Türk-
çesine ters düşmüşlerdir, Oğuzlar gibi.
21 Büyük Selçuk imparatorluğu ve Anadolu Selçuk Devleti (XI-XIII. yüzyıl) Oğuz boy-
larına dayandığına göre, bu devlet büyüklerinin de lehçesi Oğuzca idi, ancak, Oğuzcayı, geleneği
olmadığı için, yazı dili olarak kabul edemiyorlardı. Uygurca ve onun devamı olan Karahanh leh-
çesi de bütün zorlamalara karşın Selçukluların kendi lehçelerine, Oğuzcaya aykırı düşüyordu. Bu
zorluklarla, daha başka kültür etkenleriyle, Selçuklular, yazı dili, resmi dil olarak Farsçayı kabul
etmek zorunda kalmışlardı.
Page 22
5 0
V E C İ H E
H A İ B O Ğ L U
Uygur harflerinden başka Orhun harflerini de kullanıyorlardı ki, bu
yazıları ancak Müslüman olmayan Uygarlarla Çinlilerin okuyabilecek-
lerini yine Kaşgarlı açıklamaktadır (Bkz. Kşg.C.I, s.29). Böylece, Uy-
gurların yazı dili bakımından Kök-Türk yazı dilinin etkisinde olduğu
gibi alfabe bakımından da, kendi alfabaleri olmasına karşın, Orhun al-
fabesinin etkisinde kalmaları da dikkate değer. Aslında Uygurlar, büyük
ölçüde Oğuzlardı ve aralarında Oğuzca konuşuyorlardı.Bu durumu Uy-
gur hükümdarı Moyunçur, anıtında açıklar ve başkanlık ettiği ulusun
On Uygurlarla, Tokuz Oğuzların olduğunu söyler.
Araplar ise Uygurları doğrudan doğruya "Tokuz Guzlar" olarak
yazarlar. Bütün bu araştırmalara göre açıklanan sonuçlan özetle şöyle
sıralayabiliriz:
1) "Oğuz" sözcüğünün aslı "Guz"dur. "Oğuz" sözcüğü önceleri
"Uğua" biçiminde idi Araf harfleriyle yazılmış metin aktarılırken bile
Uguz yazmak gereği düşünülmüştür (Bkz. Kşg.C.I, s.38 ve Dizin) daha
sonra "Oğuz" biçimini aldı.
2) "Uygur" sözcüğünün ash da "Gur"dur. Bu sözcük de önce
"Uğur" biçimine sonraları da "Yugur", "Uygur" biçimlerine dönüştü.
3) Aslında, "Uguz" ve "Uğur" sözcükleri aynı Gur /Guz" sözcü-
ğünden başka bir şey değildir, denebilir. Sözcüklerin sonundaki -r /-z
değişimi,23 çok eski yüzyıllardan beri sürüp gelen Türkçenin yaygın bir
kuralıdır ve bu kural yardımıyla Gur, Guz arasında ilgi kurulur: "Köz/
kor" "tuz /çor", "ikiz /ikir" sözcüklerinde olduğu gibi.
Bu duruma göre "Guz" sözcüğü ile Gur sözçüğü, hatta (Hur) Hurri
sözcüğü ile "Uygur" sözcüğü arasında da bir yakınlık aranmalıdır.
Ural-Altay topluluğundan sayılan Fin-Ugur'larla Oğuzlar arasın-
daki yakınlık öteden beri ileri sürülmüştür. (Bkz. Ancyklopedie des is-
lam, Türk maddesi). Bu tür örnekleri yinelemek konunun önemi ba-
kımından yararlı olacaktır.
Uğur sözcüğünde "U-gur" biçimindeki bir öntüreme ile sözcüğün
ash "Gur" denümişti. Bu tür öntüremeli açıklama "Uygur" sözcüğü
22 Ancak eski Anadolu Türkçesi olan Oğuzca, Anadolu'da 13. yüzyıldan sonra resmi yazı
dili olabildi ve yavaş yavaş geleneği kuruldu. Bununla birlikte Osmanlı şairleri, Çağatay şair-
lerine nazireler yazmaktan kendilerini alamadılar.
Ayrıca 19. yüzyılda Kırım Türkleri de konuşma dilleri ayrı olduğu halde, geleneği çoktan
kurulmuş İstanbul lehçesini yazı dili olarak kabul etmek istemişler, bazı girişimlerde de bulun-
muşlardı.
23 Çoğul eki-ar/-er de, Hint-Arapça dillerde/ s, z'ye dönüşmüş olabilir.
Page 23
T Ü R K T A R İ H İ N İ N
B A Ş L A N G I C I
5 1
için de geçerlidir: Uy-gur" gibi. Ancak, Türk dil tarihinde "uy-" gibi
bir öntüremeye rastlanmamıştır. Olsa olsa bu öntüreme "yu- > y-u-"
biçiminde olabilir. Türkçede "yılan > y-ı-lan" sözcüğünde olduğu
gibi iki öntüremeli biçim de oluşabilmektedir. Bu tür yinelemelerle,
metatezle, seslerin yer değiştirmesiyle, Gur > U-gur > Y-u-gur > Uygur
biçiminde bir gelişme düşünülmüş ve "Uygur" sözcüğünün asb böylece
"Yugur" olur denilmişti. Özellikle Uygur lehçesinde pek çok sözcü-
ğün metatezli biçiminin kullanıldığı görülür ki, içinde "-r-" sesi bulunan
sözcükler, metateze daha yatkın olur. Nitekim Uygurcada "yağmur"
yerine "yamgur", "yoğurt" yerine "yorgut", "erdem" yerine "edrem",
"arpa" yerine "abra", "orta" yerine "odra" da denmiştir.
özetle, açıklamalar yardımıyle Uygurlar, eski Gur'lardı, Oğuzlar
da eski Guz'lardı, denildiği gibi -r /-z değişimiyle Gur /Guz sözcüklerin-
de, eski çağlardan gelme kök birliği olduğu ileri sürülebilir.
Bu duruma göre, Kuzey Asya'dan Güney Mezopotamya'ya doğru
göç eden ve bir kısmı da göç yolları boyunca yerleşen Türk asıllı kavim-
leri şöyle sıralayabüiriz:
1. Sabir'ler, Subar'lar, Subir'ler, Sibir'ler ve Sümer'ler.
2. Gud'lar, Guz'lar (Kus'lar, Kaş'lar, Kos'lar; Kuz'lar Huz'lar
Hazer'ler vb2 4 .)
3. Karagas'lar (Kara-Kas'lar), Gagavuz'lar25, Kazı Kumuk'lar (Gu-
muk'lar vb26.)
Mezopotamya'ya ilk gelenler Sümer'lerdir (Î-Ö. 3500-4000).
24 Guz'lar kendilerine "Guzar"da diyorlardı. Sondaki "-r" eki, çoğul kavramı veren bir
ek görünümündedir.: Tatar (Tat-ar), Avar>Ap-ar, Hazer (Haz-ar/Huz-ar/Kas-ar) biçimlerinde
aynı ek kullanılmıştır. "Harezm"ya da Harzem sözcüklerinde de yine -r- sesi dolayısiyle bir
metatez olayı olabilir. Çünkü aynı yörelerde aynı özellikler sürüp gitmiştir. "Huz" sözcüğü,
ayrıca, Arapça "Ahvaz" çoğul biçiminde de kullanılmaktadır.
Aynı "-ar'' çoğul eki "Urartu, Gurer" gibi sözcüklerde de söz konusu olabilir.
25 Gagavuz adının sonundaki bölümün "oğuz" sözcüğünden gelebileceği önceleri belirtil-
miştir. Ancak bu parça "Oğuz" sözcüğünden değil de "Guz" sözcüğünden gelmiş olabilir: yağız/
yavuz sözcüklerinde olduğu gibi. Sözcüğün başındaki bölüm ise Kara /gara" olabilir, bu durumda
sözcük "Gara-guz" olur ki "-r-" dolayısiyle yine bir metatez olayı düşünülebilir. Türklerde soy,
boy adlarında "Kara" sözcüğü çok kullanılmıştır: Kara-Han — Kara Kagan'k, Kara-gas'lar
(Kara-gas veya Kara-Kas) gibi,
26 Kumuk'larm adında çok defa "Kazı" sözcüğünün bulunması, bunların Kaş'larla ilgili
olabileceğini gösterir. Kumuk sözcüğU de (Kuz-muk) biçiminde düşünülebilir. Kumuk'larm ge-
lenek ve göreneklerinin, halk edebiyatı ve kültürünün zenginliği yıllarca inceleyecilerin dikkatini
çekmiştir ki, bu durum ancak böyle bir Kas soyu geçmişiyle açıklanabilir.
Page 24
5 2
V E C İ H E
H A İ B O Ğ L U
Sümerler yıpranmağa, zayıflamağa başladıkları sırada, yine ayni
topluluğun kalıntdarı üzerinde Gud'ların hükümranlık kurduklarım ve
bu hükümranlığın 125 (yüz yirmi beş) yıl sürdüğünü görüyoruz (î.ö.
2500). Gud'lardan sonra hükümranlık Sami'lere geçmiştir. Ancak Sümer
ve Gud topluluklarının kalıntıları bu yörelerde yaşamlarım sürdürüyor-
lardı ki aynı soydan Guz'lar tarih alanına çıkabildiler.
Sami kavimleri arasında ve üstünde hükümran olabilmek için Türk
asıllı kavimlerin uzun yıllar beklemeleri ve hazırlanmaları gerekmiştir.
Nihayet Isa',dan önce yaklaşık 1700 (bin yedi yüz) yıllarında Guz'ların
Akad'ları devirerek, Babil'de III. Babil hanedanını kurduklarını görü-
yoruz. Akad'lar Guz'lara Kaş'lar ya da Kaşu'lar diyorlardı. Bu bakım-
dan "Guz" sözcüğünden çok "Kas" sözcüğü yerleşmişti. Ancak Araplar
ve Farslar daha sonra "Guz" sözcüğünü "Oğuz" sözcüğü karşıbğı olarak
günümüze kadar kullandılar.
Bütün bu açıklamaları şöyle özetleyebiliriz:
cs
Oğuz
l
\
t
Uguz
(öntüreme ile) +- G U Z - + Kuz -»• Huz -> (- r ekiyle) Huzar ->Hazar ->-Hazer
/
/
(Bizans çağında) Uz
Görülüyor ki, eskilere dayanmadan yeni bir sözcük kökü yara-
tılamadığı gibi, yine eskilere dayanmadan yeni bij ulus da yarrtıla-
maz. Bugünkü ulusların hemen hepsi, eski ulusların türlü etkenlerle
değişe değişe oluşmuş yeni biçimleridir-
Dil verileri ise, her çağ için hiç kuşkusuz en sağlam kanıtlardır.
Dil verilerinin öncü, yol gösterici olmalarıyle başlangıçtan günümüze
doğru Sümer (Subar), Gud (Kut), Guz (Kas, Kus, Huz) uygarlıklarının
halka halka gelişmesi, eski Mezopotamya'daki Türk varlığını göster-
mekte, Oğuz'ların, Gur'ların, Uygur'ların kökenini açıklamaya yardım
etmekte ve Türk Tarihinin başlangıcım aydınhğa kavuşturmaktadır.

Hurriler ve Mittaniler (Mitanni)

HURRİLER M.Ö.1550'lerde krallık olarak teşkilatlandılar. Merkezleri HURRİ, yani bugünkü URFA idi. Toroslar ile Fırat'ın doğusunda Urmiye'ye kadar olan toprakları, Suriye'nin tamamını, Lübnan'ı, Kuzey Filistin'i ve Kuzey Mezopotamya'yı ele geçirmişlerdi. Daha batıda olan HİTİTLER'e karşı Mısır ile ittifaka girdiler. 5. Kralları ŞUTTARNA, kızkardeşi MUTEMUYA'yı Firavun 4. TUTMOSİS'e verdi. Daha sonra ŞUTTARNA'nın kızı GİLU-HEPA Firavun 3. AMENOFİS'le evlendi. (M.Ö.1396)
Ancak bir süre sonra HİTİTLER, HURRİLER'in ana kolunu ortadan kaldırdılar. (M.Ö. 1300'ler) MİTANNİ denilen tâlî kol ise bir süre daha varlık gösterdi. O da M.Ö. 1260'da ASUR tarafından ilhak edildi.
MİTANNİ denilen bölge, bugünkü URFA ili ile Kuzeydoğu Suriye'dir... MİTANNİ kelimesi HİTİTÇE'dir. HURRİCE'si MAİTENİ'dir. ASURCA'si ise HANİGALPAT'tır.


Hurriler, M.Ö. 1500-1250 arasında güney Anadolu'da yaşamış olan bir halktır. Harran Ovası'nda kurulmuş kadim bir devlettir. [1] Musul çevresinde oturan Asya kökenli Subarular'ın torunlarıdır.[2] Hurri, Babil dilinde "mağara" demektir.
Gürcü tarihinin verilerine göre ise; Hurriler, Asyatik bir topluluktur. Bu topluluklar hakkında söylenebilecek en kesin sonuç, Hurri ve Mitanniler'in ne Hint-Avrupalı ne de Sami gruptan olduğudur.
Hurri dili ile ondan sonraki Urartu dilleri arasında da bir benzerlik vardır. Aynı kökten gelip akraba olan Hurri Krallığı Diyarbakır, Mitanni Krallığı ise Osroeneye (antik çağda Edesa, yani Urfa) ve Nusaybin (Nisibis)'de kurulmuştur. [3]
Başkentleri VVaşşukanni olmak üzere ilkçağda Doğu Anadolu' da devlet kurmuşlardır. Varlıklarına ilişkin ilk bilgiler, M.Ö. 2. bin yılı başlarına ait Asur ve Babil çivi yazısı kaynaklarından öğrenilmektedir. [4] Hurriler'in yazılı bir kültüre ulaşmamış oldukları söylendiğinden bunların dini, dili, kültürü, mitolojisi, gelenek ve görenekleriyle ilgili önemli ipuçları daha çok Hitit, Mitanni, Akkad ve Babil gibi komşu uygarlıkların tarihi içinde ortaya çıkmıştır. [5] Büyük bir olasılıkla Diyarbakır yöresinde bulunan başkentleri VVaşşukanni ve çevresine yayılmış olan Hurri Devleti, o dönemde Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya ülkeleriyle sıkı bir ekonomi ve kültür alışverişi içindeydi. M.Ö. 3. bin yılı sonlarına tarihlenen Mezopotamya belgelerinin bazılarında Hurri kökenli yer ve kişi adlarına rastlanması, bu tarihlerde Hurrilerin sözü geçen yörede yaşadıklarını göstermektedir. Mari ve Alalah (Teli Açana) gibi Hammurabi (M.Ö. 18. yüzyıl) dönemine ait iki önemli kentte yapılan kazılar sonucunda bulunan çiviyazılı belgelerden dinsel içerikli olanlarda güçlü bir Hurri etkisi görülmektedir...[4]
Hititler döneminde Anadolu yarımadasının güneyinde Luviler, Paflagonya Bölgesinde Palalar ve diğer bölgelerde Arzava, Kizzuvatna ve Ahhiyava krallıkları bulunuyordu. Bu devletlerden başka Hurriler ve Mitanniler de aynı dönemde Güneydoğu Anadolu'da özgün uygarlıklar yaratmışlardır. Hurrilere ilk önce M.Ö. 3. binin sonlarında Mardin dolaylarında rastlanmaktadır. Urkis şehrinde bir tapınağın kurulması ile ilgili belge şimdi Louvre Müzesindedir. Tunçtan bir aslan heykelciğinin koruduğu bir taş levha üzerine arkaik çivi yazısı ile kazınan yazıt M.Ö. 2300 yıllarına aittir. Hurriler önceleri M.Ö. 2. binin ilk yarısında kısa yaşamlı küçük beylikler kurmuşlardır. Daha sonra M.Ö. 1500-1250 arasında Hurriler tarafından kurulan Mitanni devleti o dönemde Yakın Doğu'nun Mısır'dan sonra gelen ikinci büyük gücü olmuştur. Mitanni kralları aynı dönemde hüküm süren Mısır kralları ile mektuplaştıklarından bu dönem hakkında oldukça fazla bilgi edinmek mümkündür.[2]
Hurriler, M.Ö. 1400'lü yıllarda Hurri egemenliği altındaki bölge Hurriler ve Mittaniler olarak ikiye ayrılırdı. Babil'in kuzeyinde Dicle-Fırat arasındaki bölgede bir devlet kurmuşlardır. Diyarbakır çevresinin kuzeybatı, batı ve güneybatı bölümü de ülkenin sınırları içerisinde kalıyordu. Hurri adı kuzeyde kalan bölge için, Mittani ise güneyde kalan bölge için kullanılırdı. Egemenliği M.Ö.1250`ye kadar devam eder. Harran Ovası'nda kurulmuş kadim bir devlettir. Sümer kültüründen etkilemiş ve Anadolu'da birçok kültürü etkilemiş yapısı vardır. Tanrı panteonu Mitraizm'dir. Mitra, ışık meleği demektir.[6]
M.Ö. 16. yy sonlarına doğru güçlenen Hurrilerin, Mitanni (Asurca Hanigalbat) adıyla bir devlet kurdukları ve Asur kralları I. Şamşi-Adad ve I. İşme-Dagan dönemlerinde Asur Devleti'ni etki altında tuttukları gözlenmektedir. Dicle Irmağının doğu kesiminde bulunan o dönemin ünlü ticaret kenti Nuzi'de yapılan kazılarda açığa çıkarılan çiviyazılı belgeler, Hurrilerin egemenlik alanlarını buraya kadar uzattıklarının kanıtıdır. Mısır firavunları III. Tutmosis ve III. Amenhotep dönemlerine ait belgelerde Mitanni Krallığı ile dostça ilişkiler içinde oldukları yazılıdır. Hatta III. Amenhotep ile Mitanni Kralı Tuşratta' nın mektuplaştıkları da bu belgelerden öğrenilmektedir.Hurrilerin kültürel ve dinsel yönden en çok ilişkide bulundukları topluluk Hititlerdir. Özellikle din alanında Hititleri etkiledikleri görülmektedir. Hitit tanrılar dünyasının baş Tanrı ve Tanrıçası olan Teşup ve Hepat ile daha birçok Tanrı Hurrice adlar taşımaktadır. Yine Hurri kökenli kişi adları da Hitit soylu sınıfı arasında yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Özellikle kraliçe adları Hurricedir. [4]
Hititler döneminde Anadolu yarımadasının güneyinde Luviler, Paflagonya Bölgesinde Palalar ve diğer bölgelerde Arzava, Kizzuvatna ve Ahhiyava krallıkları bulunuyordu. Bu devletlerden başka Hurriler ve Mitanniler de aynı dönemde Güneydoğu Anadolu'da özgün uygarlıklar yaratmışlardır. Hurrilere ilk önce M.Ö. 3. binin sonlarında Mardin dolaylarında rastlanmaktadır. Urkis şehrinde bir tapınağın kurulması ile ilgili belge şimdi Louvre Müzesindedir. Tunçtan bir aslan heykelciğinin koruduğu bir taş levha üzerine arkaik çivi yazısı ile kazınan yazıt M.Ö. 2300 yıllarına aittir. Hurriler önceleri M.Ö. 2. binin ilk yarısında kısa yaşamlı küçük beylikler kurmuşlardır. Daha sonra M.Ö. 1500-1250 arasında Hurriler tarafından kurulan Mitanni devleti o dönemde Yakın Doğu'nun Mısır'dan sonra gelen ikinci büyük gücü olmuştur. Mitanni kralları aynı dönemde hüküm süren Mısır kralları ile mektuplaştıklarından bu dönem hakkında oldukça fazla bilgi edinmek mümkündür.[7]
Hurrilerin Hitit ülkesinin içlerine kadar uzanan istilası Hattusili'nin Yıllıkları'nın üçüncü yılında gerçekleşmiştir. Kral Hattusili Arzawa'ya bir askeri sefer düzenlemiş ve o daha Arzawa' da iken arkasından Hitit ülkesine Hurriler saldırmışlar ve başkente kadar ilerlemişlerdir. Metindeki ifadeye göre Hattusa dışında tüm ülke Hurrilerin eline geçmiştir. Hurrilerin Hitit egemenlik alanına böylesine girmeleri, Hattusili'nin Anadolu'nun batısında Arzawa'da sürmekte olan seferini yarıda bırakarak geri dönmesine neden olmuştur. Bu istila hareketinin Hititlerce beklenmeyen bir durum olduğu hem şimdi üzerinde durduğumuz bu belgedeki ilgili ifadelerden hem de aşağıda değineceğimiz ve bu olayı konu aldığı anlaşılan bir başka belgeden anlaşılmaktadır. Nitekim hemen geri dönen kral kendi ifadesine göre tanrısal desteği de arkasına alarak karşı sefer girişmiştir.
Kapsamlı yıllıkların önyüz ikinci sütun üçüncü paragrafında Hurriler'le dolaylı mücadeleden bahsedilir. İkinci yılda herhalde Hurrilerin geldiği ve Hititlere bağlı olan, aralarında sadece açıkça Sukziya'nın adının okunabildiği bazı kentlerin Hurriler tarafına döndüğünden bahsedilmektedir. Tam okunamayan satırlarda Hurrilerle mücadelelerden söz ediliyor olmalıdır. Lawazantiya ve Hurma kentlerinin adları görülürken, Hurma kentinin Hititlere sadakatine dair ifadeler yer almaktadır. Bu paragrafın sonunda Hurri ordusu arasında veba salgını çıktığı, Hurri ordusunun ölmeye başladığı ve onların komutanlarının öldüğü anlatılmaktadır. Belgenin önyüz ikinci sütun dördüncü paragrafında ise Hurilerin Hurma'dan geri çekildikleri, kışı Sukziya'da geçirdikleri, veba salgını dolayısıyla olsa gerek ölümlerin sürdüğü ve isimleri sayılan beş komutanında öldüğünden söz edilir. Bu arada Hitit Kralı ordu topladığını anlatır.[8]
Önyüz ikinci sütun beşinci paragrafta Arzawa seferinden bahis vardır. Önyüz ikinci sütun altıncı paragrafta sayılan bazı yer adları, Hurilere dair tam anlaşılamayan bir cümleden sonra Arzawa'da kışın geçirildiği ve paragrafın sonunda da Hurri askerlerinin kralının öldüğü okunmaktadır. Arka yüzde ise Hurri sözcüğü iki kez tespit edilebilmekle beraber herhangi bir anlama ulaşmak mümkün değildir.Bu belgede anlatılanlarla I.Hattusili'nin Yıllıkları'nda anlatılanlar arasında kısmen benzerlik bulmak mümkündür. Üzerinde durduğumuz konu açısından bakıldığında Hurrilerle olan mücadele ve bunun anlatıldığı satırlarla aynı yerde söz edilen Arzawa seferi benzerliğin ana unsurlarıdır. Kapsamlı yıllıkların söz konusu diğer belgedeki anlatılanların daha ayrıntılı olarak ele alındığı metinler olduğunu kabul ediyoruz. Olayların gelişim sırasına ve sürecine bakılırsa, yıllıklar ayrıntılı olmadığı için oradan öğrenemediğimiz bazı gelişmelerden söz ediliyor olmalıdır. Yıllıkların ikinci yıl icraatı içinde anlatılan Anadolu'nun güneydoğusu yönündeki seferlerde doğrudan Hurrilerle mücadeleden söz edilmemesi, her ne kadar metinler tam olarak elimizde olmasa da kapsamlı yıllıklarda da doğrudan Hurilerle çatışmadan bahsedilmemesiyle uyum içindedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu bölgedeki yoğun Hurri varlığı Hititlerin aynı bölgedeki etkinliği için daima bir zorluk oluşturmuş olmalıydı. Bölge kentlerinden kimi, Sukziya örneğinde olduğu gibi, Hurrilerin elinde iken, kimi de Hurma örneğinde olduğu gibi Hititlerin elinde ve onların bölgedeki faaliyetlerindeki üssü Konumundadır. Hurma'nın Hurrilerce, metinden açıkça böyle bir anlam çıkmasa da, belki kuşatılmış olması, onların Hurma'ya karşı olan tutumunu,belgedeki diğer anlatılanlar da dikkate alındığında da burada Hurriler ile Hititler arasında bir nüfuz mücadelesi yaşanmış olduğunu gösterir. Ancak bu sırada doğrudan bir Hitit-Hurri çatışmasının olmadığı anlaşılmaktadır. Eğer böyle bir çatışma olsaydı onun da en azından kapsamlı yıllıklara yansıması ne kadar tahrip olmuş da olsa belge üzerindeki kayıtlardan anlaşılması beklenirdi. Yıllıklarla asıl paralellik sunan kısım ise Arzawa seferinden söz edilen yerlerdir. Burada bazı kentlerin Hurrilerden yana sadakat değiştirdiği gibi bir anlam çıkıyor ki bu, I.Hattusili Arzawa'da iken arkasından Hurrilerin başkent dışında tüm ülkeyi istila etmelerinin anlatıldığı yıllıklardaki satırlardaki ifadelerle uyum içindedir. Yine kapsamlı yıllıkların sözünü ettiğimiz satırlarında Hurri kralının ölümünden bahsedilmesi, böylece Hum tehlikesinin belki de kendiliğinde ortadan kalkması, yıllıkların da devam eden satırlarında Hurrilerden bir daha söz edilmemesinin nedeni olabilir.[8]
Antik tarih üzerine araştırmalar yapmış yazarlardan Hilmi Göktürk, Mitannilerin ilk dönemlerde Orta Asya'da yaşarken, sonraları Ön Asya'ya geçtiklerini iddia etmektedir. Kendi alanında büyük bir otorite olan merhum Zeki Velidi Togan, bugün bile Özbekler içerisinde “Mitanni” adında büyük bir boyun olduğunu, Özbek kökenli Mitannilerin, Ön Asya'da yaşamış olan Mitanniler ile aynı kökten geldiklerini belirtmiştir. Kırzıoğlu ise bu grupları Gogarlı ve Turanî Türkler olarak zikretmektedir. [3]
Siyasal alanda Hurriler Hititlerle ilk kez Hitit Kralı Şuppiluliuma (M.Ö. 1380-1345) döneminde karşı karşıya geldiler. Mitanni Kralı Tuşratta'nın başkent VVaşşukanni'ye çekilmesi nedeniyle bu karşılaşmadan bir sonuç çıkmadı. Ancak bir süre sonra Mitanni Devleti'nin egemenlik alanında olan Kargamış Kenti'ni kuşatan Şuppiluliuma, 7 gün sonra kenti(ele geçirdi. Hurrilerle Hititler arasındaki bir başka ilişki de Hitit Kralı III. Hattuşili'nin (M.Ö. 1275-1250) Hurri kökenli bir kadın olan Puduhepa ile evlenmesidir. Bu kraliçe daha sonra Hitit tarihinde önemli bir rol oynayacaktır.Mitanni Devleti M.Ö. 1340'larda gücünü yitirerek önce Yeni Asur imparatorluğu'nun vasili durumuna düştü, M.Ö. 1270'te de Asur Kralı Salmanasar'ca bir Asur eyaleti haline getirildi. Ancak Mitanni Devletini kuran Hurriler daha sonraki yüzyıllarda egemen olan topluluklara üstün düzeyde, uygarlıklarından Birçok öğeyi vererek varlıklarını sürdürdüler ve yerel halklarla kaynaşarak tarih sahnesinden silindiler. Mitanni Devleti'nde Hititlerde olduğu gibi feodal bir yönetim biçimi vardı. Krallar mutlak egemen olmakla birlikte yerel beylerin de güçleri vardı. Ordu sefere çıkacağı zaman asıl orduya asker verirlerdi.[4] Mîlâttan önce 1300 yıllarında Mısır'a giren Hiksoslar, Hurrileri de hâkimiyetleri altına aldılar.[7]
Bu arada zengin medeniyetlere sahiptir. Hukuk sistemi Mısır medeniyeti gibi kısassa kısas değildir. Hukuk tazminata göre tarif edilmektedir.Sümer kültüründen etkilenmiş ve Anadolu'da birçok kültürü etkilemiş yapısı vardır. Tanrı panteonu on ikili Sümer tanrı panteonuyla aynıdır.[1]
Van Gölü çevresinde güçlenen ve ilk savaş arabalarını kullanan Hurriler, güneye inip 2000 yıllarında Kuzey Mezopotamya, Suriye ve Filistin'e kadar yayılan bir devlet kurup, Asurlular (M.Ö. 3000.612), Akadlar (M.Ö. 2725-2545), Birinci Babil Devleti (M. Ö. 2100-1800), Mısır Orta Krallık Devri (M.Ö. 2065-1600), Üçüncü Ur Sülâlesi (M.Ö. 2000-1960), İsin Larsa Devri (M.Ö. 1960-1735), Hititler (M.Ö. 1900-700) devletleriyle münâsebette bulundukları yapılan arkeolojik kazılar sonucu elde edilen kaynaklardan anlaşılmıştır. Klikya (Çukurova'da) Kizzuwatna Krallığını kuran Hurrilerin Mittanni kolu da, Mîlâttan önce 16 ve 14. yüzyıllarda Yukarı Dicle ile Fırat Nehirleri arasına hâkim oldular. Hurri-Mittanni Devleti adı da verilen bu devlet, mîlâttan önce 13. yüzyılda Mısır'daki Hiksosların hâkimiyeti altına girdiler.[7]
Eski Önasya'nın önemli uygarlıklarından birinin temsilcisi olan Huriler Eski Tunç Çağı'ndan itibaren tarih sahnesinde izlenebilmektedirler. Transkafkasya ve Anadolu'nun doğusunda M.Ö. 3. bin yılın sonlarına dek bulundukları ileri sürülebilen Hurriler, bu bin yılın ortalarından itibaren de güneye doğru yayılım göstermişler ve Önasya'nın bir çok yerinde M.Ö. 2. bin yıldan varlıklarına dair izleri günümüze ulaştırmışlardır. Kendilerine ait kaynaklardan çok ilişkide bulundukları diğer kavimlerin yazılı belgeleri vasıtasıyla siyasal ve kültürel yapıları üzerine bilgiler edinebildiğimiz Hurrilerin her zaman bütünsel ve tutarlı bir şekilde ortaya konulabilen siyasal tarihlerinden söz etmek mümkün değildir. Bu durumun M.Ö. 2. bin yılın ilk dönemlerine ait tarihleri hakkında daha geçerli olduğunun kabul edilmesi gerekirken, aynı bin yılın ortalarına doğru Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye bölgesindeki bazı beyliklerde etkin olduğu gözlenen Huri unsuru! Önasya'daki en belirgin siyasal varlıkları olarak tanımlanabilecek Mitanni Devleti'nin içinde yer almıştır. Hurrilerin siyasal anlamda varlıklarının M.Ö. 2. bin yılın sonlarına doğru gözden kaybolduğu izlenirken uygarlıktaki etkileri devam etmiştir.[8]

Hurriler
Hurrilerin başlıca merkezleri Urfa, Diyarbakır, Mardin ve Kerkük arasındaki bölgede kalan Tell Feheriye, Tell Brak, Şagar ve Bazar gibi kentlerdir. Mitanni devletinin kralları Hint-Ari kökenli idiler. Hindistan'a giden bazı Hint-Ari boylarının İran yaylası üzerinden Güneydoğu Anadolu'ya geldikleri ve yerli halk olan Hurrilerle kaynaştıkları tahmin edilmektedir. Mitannilerin at yetiştirme konusunda oldukça bilgili oldukları anlaşılmaktadır. Boğazköy'de bulunan Hititçe yazılmış dört tablette atların yetiştirilmesi hususundaki bilgilerin bir Mitannili tarafından kaleme alındığı bildirilmekte ve Hititçe çevirideki bazı teknik terimler Sanskritçe dilinde verilmektedir. Oldukça kısa süren bir egemenlik döneminden sonra Hitit kralı şuppiluliuma tarafından son verilen Mitanni devleti Hattuşa'ya bağlı bir eyalet haline getirildi. Fakat Hurrilerin etkisi yörede yoğun bir şekilde devam etti.[2]
Tori, Hurrilerin neden, hangi çağda ve nasıl yıkıldıklarını anlatmamıştır. Yıkılan Hurri devletinin devamından aynı kökten Nahri, Mannai ve Urartu devletinin meydana geldiğini ve şehir devletleri şeklinde örgütlendiklerini ifade etmiştir. Kemal Burkay, Urartu dili ile Hurri dilinin akraba olduğunu söyleyerek Hurri ve Urartu akrabalığını tahsis etmeye çalışmıştır . [3]
Eski Tunç Çağı Doğu Anadolu kültürleri ile ilişkili oldukları kabul edilen Hurrilerin4 daha M.Ö. 3. bin yılda Doğu Anadolu'da ve Suriye'de varlıklarına dair belirgin yazılı kanıtlar Akkad Kralı Naram-Sin'e ait kimi metinlerdeki bazı yer ve şahıs isimleri dolayısıyla bilinir.. Bunun yanı sıra Anadolu'ya dair en eski içerikli yazılı kayıtların olduğu kabul edilen Sartamhari metinlerinde de Akkad Kralı Naram-Sin'e karşı savaşan Anadolulu krallardan birine ait olarak görünen? Pampa adına Nuzi metinlerinde Huri şahıs adlarını oluşturan bir eleman olarak rastlanılmaktadır . M.Ö. 2. bin yılın başlarına ait olan Kayseri yakınlarındaki Kültepe'de gün ışığına çıkarılan Kanis Karumu çivi yazılı arşivlerindeki belgelerde çok sayıda Hum şahıs adları ve Hurri diline ilişkin sözcüklerin bulunması bu dönemde Orta Anadolu'ya dek uzanan Hurri etkisini gösterir. Ayrıca Kanis'te bulunan ve Kaniş Kralı'na yollanan mektubun göndericisi olan Mama Kralı Anum Hirbi'nin adının Hurrice olduğu da kabul edilir! M.Ö. ı7. yüzyılda Hitit Krallığı'nın kurulması ile birlikte başlayan Hititçe çivi yazılı belgelerde de Hurriler varlıklarını gösterirler. Hitit Krallığı kurulduktan sonra dış politikada ağırlık Anadolu'nun güneydoğusu ve Kuzey Suriye'ye verilmiş ve bu durum tüm Hitit Tarihi boyunca devam etmiştir. Humlerin M.Ö. 2.bin yılda siyasal ve kültürel varlıklarının en yoğun olduğu bölge böyle bir Hitit ilgisi altına girmişken, bu iki kavimin ve onların temsil ettiği kültürün yoğun ilişkide olması da kaçınılmaz olmuştur. Eski Hitit Krallığını takip eden dönemlerde hem siyasal olarak hem de bunun ötesinde daha çok kültürel açıdan Hurrilerin Hititler üzerindeki yoğun etkisi açıkça izlenebilir. Öncelikle din olmak üzere, dil, edebiyat, giyim-kuşam, tıp, büyü gibi bir çok alanda Hurrilerin Hititleri büyük ölçüde etkilediklerini, hem kendilerinden ama özellikle de Mezopotamya'dan, bir çok hususu Hititlere aktardıklarını ve aktarılmasında aracı olduklarını biliyoruz. Hititçe çivi yazılı belgelerde Hurri adına ilişkin en eski kayıtlar, bu yazının ilk ortaya çıktığı döneme, yani M.Ö. 17. yüzyıla aittir. [8]

Hurri
Hurri-Mittanni Devleti teşkilât, kültür ve medeniyette komşularına benzerdi. Çok tanrılı dîne inanırlardı. Ölüleri gömme ve at yetiştirme usûlleri eski Orta Asya âdetlerine benzerlik göstermektedir.[7]

Hurrilerin yaşadıkları bölge yani Mezopotamya bölgesi tarıma ve ticarete çok elverişliydi. Tarımda ve ticarette baya ileri giden hurriler kendi içinde bir çok kabileden oluşuyordu. Her kabile kendi iç işlerinde serbest dış işlerinde Hurri devletine bağlıydı. Hem ekonomik yönden hem de coğrafi koşullar bakımından çok iyi bir konumda olan hurriler her gecen gün daha çok düşman kazanıyordu. Çağdaşı olan devletler birleşerek Hurrilere saldırmışlardır ve Hurriler bu saldırılara karşı kendi ırkdaşları olan Mitanniler'le birleşmişlerdir. Mitanni devletinin yıkılmasıyla Hurri devletine mensup kabileler Toroslar'a çıkarak kendilerini korumaya almışlar. Habur Nehri yakınlarda bulunan mağaralarda Hurriler'e ait bir çok tarihi eser bulunmuştur. Şırnak'ın Silopi ilçesinin sınıra yakın bir köyünde hurrilerin ticarette kullandıkları altınlara rastlanmıştır.[6]
Hurrilerin bilinen kral adları şunlardır;
  1. Kumarbi
  2. Tusratta
  3. Tişari
  4. Parattarna
  5. I.Sautarna (Sausatar, Sutarna)
  6. Baratarna (Barratarna)
  7. Kibitesup
  8. İthitesup
  9. Hişmi Tesup
  10. Şilvetesup
  11. I. Aratatama (Artatam)
  12. II.Sautarna
  13. II. Aratatama
  14. Tusratta
  15. Mativaza (Mattiwaza (1275-?))
  16. Vassata
  17. Artasumara [3 / 7]

Hurri Dili

Hurrice, M.Ö. 2300 ile M.Ö. 1000 yılları arasında Önasya ve Mezopotamya'nın kuzeyinde Hurriler ve Mitanniler tarafından konuşulmuş dil.
Hurrice eski Önasya dünyasının en ilginç dillerinden biridir.
Hint-Avrupa'lı ve semitik dillerle hiçbir ilgisi olmayıp ön takılarla kurulan Hattice'den de tamamiyle ayrıdır.
Hurrice'nin başlıca özelliği dil yapısının arkaya takılan eklemelerle oluşturulmasıdır.
Ancak Hurrice diğer bilinen eklemeli dillerden hiçbiri ile de yakınlık göstermez. Urartular'ın dili ise Hurrice'nin devamından başka bir şey değildir.[9]

Kaynaklar

[1] www.msxlabs.org/forum/medeniyetler-tarihi/56445-hurriler.html
[2] www.arkeo.org/arkeoloji/23-hurriler-m-1500-1250.html
[3] www.istanbulburda.com/haber_author.php?id=16147
[4] www.botav.org/hurriler/
[5] www.zazaki.de/turkce/makaleler/fexri-zazaca.htm
[6] tr.wikipedia.org/wiki/Hurriler
[7] ansiklopedi.turkcebilgi.com/Hurriler
[8] "Hitit Kaynaklarında Hurriler", "Hurrilere İlişkin Hititçe Çivi Yazılı Belgelerdeki İlk Kayıtlar", Turgut YİĞİT Doç.Dr., Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Tarih Bölümü öğretim üyesi. www.tarihportali.net/tarih/hitit_kaynaklarinda_hurriler-t6585.0.html
[9] tr.wikipedia.org/wiki/Hurri_dili